• Özdemir Erdoğan’ın “Gurbet” Şarkısı Bağlamında Yeni Gurbet ve Yalnızlık Biçimleri

    Geçtiğimiz günlerde belediye otobüsüyle eve dönerken dinlediğim çalma listesinin ikinci şarkısı beni beklenmedik bir bataklığın içine sürükledi. Gecenin bir yarısı, akıp giden ışıklar ve yorgun zihnimle başımı otobüs camına yaslamışken, Özdemir Erdoğan’ın Gurbet adlı şarkısı içime işlercesine tekrar tekrar çalmaya başladı. Şarkının sözleri, ister istemez beni “gurbet”in anlamı üzerine düşünmeye itti.

    Özdemir Erdoğan bu şarkıyı 1972 yılında bir 45’lik plak olarak yayımlamış ve zamanla eser, Türk müziğinin klasiklerinden biri hâline gelmiştir. Şarkı, doğrudan “gurbet”in tanımını vermese de, dönemin koşullarını düşündüğümüzde, özellikle 1961 yılında imzalanan Türkiye-Almanya İşgücü Antlaşması sonrası artan yurtdışı göçlerinin etkisini bu şarkının dizelerinde sezmek mümkündür. Almanya’ya işçi olarak gidenlerin yaşadığı kültürel yabancılaşma, özlem ve yalnızlık duyguları şarkının arka planında kendine yer bulur.

    O yıllarda “gurbet” kelimesi, daha çok fiziksel bir uzaklığa işaret ederdi. Memleketten, aileden, kökten kopmak; mektuplar, kartpostallar ve kasetler aracılığıyla bağlantı kurmaya çalışmak, bu ayrılığın temel göstergeleriydi. Şarkıdaki “herkes gurbette, herkes biraz öksüz” dizesi, bu hissiyatın sadece bireysel değil, toplumsal bir yara hâline geldiğini açıkça ortaya koyar.

    Bu bağlamda gurbet, yalnızca bir mekâna değil, aynı zamanda aidiyete dair bir yabancılaşmadır. Ait olunan yerden kopmak ve yeni bir yere kök salamamak… Benedict Anderson’ın “hayali cemaatler” kavramı üzerinden düşünüldüğünde, bireyin kendini ait hissettiği topluluğun—memleketin, mahallenin—yalnızca zihinsel bir kurgu olduğunu fark etmesi, köklü bir varoluşsal sarsıntıya yol açar.

    Peki neden “herkes gurbette, herkes biraz öksüz”?

    Bugün, gurbetin anlamı değişmiştir. Marshall McLuhan’ın Understanding Media: The Extensions of Man (1964) adlı eserinde dile getirdiği gibi, iletişim teknolojileri dünyayı “küresel bir köy”e dönüştürmüştür. Fiziksel uzaklıklar artık belirleyici değildir; insanlar televizyon, telefon ve internet aracılığıyla birbirlerine her an ulaşabilir durumdadır. Fakat bu bağ, her zaman duygusal bir yakınlık yaratmaz.

    Bugünün gurbeti, çoğu zaman coğrafi değil, duygusaldır. Zygmunt Bauman’ın Liquid Modernity (2000) adlı eserinde belirttiği gibi, çağımızda aidiyetler geçici, ilişkiler yüzeysel, kimlikler ise akışkandır. Modern birey, yalnızca şehir ya da ülke değiştirerek değil, kendi benliğine dair duygusal bir yabancılaşma da yaşayarak “gurbet”e düşmektedir.

    Arjun Appadurai (1996), göçmenlik deneyimini sadece fiziksel bir yer değiştirme değil, kültürel ve duygusal bir parçalanma olarak değerlendirir. Onun “ethnoscape” kavramı, bireyin sürekli değişen, yerleşik olmayan bir kimlik taşıdığına işaret eder. Bu durumda bireyin nerde olduğunun bir önemi yoktur. Olduğu yere göre şekillendiğini söyleyebiliriz. Bu durumda “ev” her yer olabilir ama hiçbir yer tam anlamıyla “yuva” değildir.

    David Harvey’nin “zaman-mekân sıkışması” kavramı, mekânların ve zamanların birbirine karıştığı dijital çağda, bireyin mekânsal aidiyet duygusunu daha da zayıflattığını gösterir. Artık her yer bir “ev” potansiyeli taşırken, birey hiçbir yerde kök salamadığı için sürekli bir yabancılık hissiyle baş başadır.

    Aslında burada karşımıza çıkan Kierkegaard’ın varoluşsal yalnızlık anlayışıdır. Ona göre birey, Tanrı ile kendi arasındaki uçurumda “tek başına” durabilmelidir. Bireyin kendisiyle yüzleşmesini ve nihai kararlarını verebilmesini gerektirir. Gurbet, bu anlamda bireyin kendisiyle karşılaşması, yüzleşememesi hâlidir. Kierkegaard’ın dediği gibi: “İnsan kendinden kaçtıkça, dünyaya daha çok karışır ama daha çok yalnız kalır.”

    Tüm bu bağlamları toparlamaya çalıştığımızda, bugünün gurbeti / gurbetçisi, bazen kalabalık bir metro, metroda camdan bakan biri, bazen de gecenin bir yarısı ekran ışığına bürünmüş yüzlerce mesaj arasında gerçek bir cümleye rastlamayı bekleyen, dijital köyde kaybolmuş biridir.

    Belki de Özdemir Erdoğan’ın “hepsi sana dönüyor” dediği şey, bir özleme, bir öze dönüş çabası. Bugün hepimiz bir şeylere dönmeye çalışıyoruz. Kimimiz çocukluğuna, kimimiz anlamlı bir ana, kimimiz eski bir aşka. Ve bu yüzden artık hepimiz gurbette ve gurbetçiyiz.

    “Gurbet o kadar acı ki…” Ve o acı hâlâ geçmedi. Sadece biçim değiştirdi. Artık valizle değil, zihnimizde taşınıyor.

Blog

Kitap