Planlar yapıyoruz. Aslında hiç birine uymayacağımı biliyorum. Sonrası için sürekli yalanlar uyduracağım. Ancak planlara dahil olmak mutlu ediyor beni. Oysa göz karartmalar dışında adımlar atabileceğimi düşünmüyorum. Tabi buna da zorunlulukları eklemek gerekli. Kısacası yumurta kapıya danayanmadığında hiç bir şey yapmayanlardanım. Burada kapıdan kasıt sürekli aklıma ilginç fikirler getiriyor ama burada paylaşmayacağım.
Sabahtan beri hava boşluğunda ikamet etmekte olan güvercinlerin gürültüleri ile yatağımda bir o yana bir buyana dönmüş, temmuz ayının sonlarından beri üzerimize binen nem yüzdesinin yüksekliği sayesinde, nefes almamdaki darlıkla birlikte, yatağın içine iyice gömüşmüş, hatta tam anlamıyla bir bütün olmuştum. Artık tüm temennim gözlerimi, yağmurun sesi ile açmak yönündeydi.
Toprak çatlamaya başlamış, eski kokusunu yitirmişti. Bu olay insan doğasına o kadar aykırıydı ki, onu da şehrin betonarmelerinden bir parçaymış gibi görmeden edemiyordum. Toprak yabancılaşmıştı, he zaman gördüğümden farklı, her zaman gördüğümden daha samimiyetsiz.
İçimde büyük şeyler yapma isteği vardı. İnsanların bu cümleye ne kadar şartlandığını biliyorum. Evet içimde büyük şeyler yapma isteği vardı. Vurmak, kırmak, dökmek, bağırmak, parçalamak, haykırmak, kızmak, küfretmek, öldürmek… Herkesin anlayabileceği bir şekilde.Gülünç duruma düştüğümün farkındayım. Belki de fırtınalı bir geceydi. Bir şöminenin başında oturmuş kitap okuyordum. Elektriklerin olmadığı yada daha icat edilmediği bir dönemdi. Ahşap duvarların arasından sızdığını düşündüğüm rüzgar, odanın içerisine serpiştirdiğim birkaç mumun ışığının yalpalanmasına sebep oluyordu. Tam sesi kesildiği anca, dalgalanmalar sönüyor, çok uzaklardan geldiğini düşündüğüm, şimşek etrafı aydınlatıyordu.
Pencereden görebildiğim kadarıyla dışarıdaki ağaçlar rüzgarın şiddeti ile yere yapmış, onlardan kurtulan küçük dal parçaları, evin duvarlarını ve çatıyı dövüyordu. Dışarıda topraktan sıyrılmaya çalışan ağaçları gördükçe evin yerinde nasıl durabildiğine hayret ediyordum. Şimşeğin çakması ile birlikte bir şey fark ettim. Pencereden içeriye yansıyan ışık odanın duvarına, her iki kolundan tutulmuş, kıvırcık saçlı biri gibi gözüküyordu ve bu adam, kendisini tutanlardan kurtulmak içi oldukça çaba sarf ediyordu.
Bu görüntüyü yakalamak için cep telefonuma uzandım. O anda belkide dış dünya ile bağlantım olan tek şeyin de kaybolduğunu gördüm. Telefonda şebeke yoktu. Aslında korkmuyordum. Evet, itiraf etmeliyim aklımdan her türlü felaket senaryosunu geçirdim. Bir kez daha şimşek çaktı. Ortalık dahada aydınlanmış, ağacın gölgesi duvara daha da belirgin bir şekilde yansımıştı. Ardından gelen gök gürültüsü irkilmeme gerçek hayata dönemem sebep oldu. Rüzgar biraz daha sertleşti. Artık mumların haricinde bende hissedebiliyordum.Hatta şöminenin alevi bile yalpalamaya başlamıştı. Alev büyüyüp küçülerek, odanın içerisinde ışık dalgalanmalarına sebep oluyordu.
Bir parlaklık daha oldu. Odanın içerisinde tam anlamıyla projektör yanış gibi oldu, sadece bir kaç saniye. Işık gittiğinde mumlar sönmüş, bıraktığı koku kısa süreli olsa da burnuma dolmuştu. Ardından gelen gürültü, tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu. Kendime sarılma isteği duydum Yada birine sarılma diyeyim. Kollarım iki yana açılmış, öylece kala kalmıştım. Şimdi esen rüzgarı rüzgarda daha iyi hissedebiliyordum. Titremeye başlayan vücudum, soğuk rüzgarın etkisiyle rüzgarda salınan yapraktan farksız olmuştu.
Büyük beyaz bir ışık odayı doldurdu. Vücudumda aniden bir sıcaklık hissettim. Sanki göz bebeklerim sonuna kadar açılmıştı ve hiç bir şey göremiyordum. Çok uzaktan duyduğum, gök gürültüsü artık ürkütmemişti beni…
Siz ne düşünüyorsunuz?