2300 (notlar 1)

Giriş
‘O’nun varlığını biliyorum. Yani bunu gökyüzüne baktığımda rahatlıkla anlayabiliyorum. Ve biz ‘o’nun yanında çok küçüğüz. Belki de ‘o’ bizden milyarlarca ışık yılı uzakta. Ve biz bu uzaklığın sadece yüzde birine ulaştık. Bu bizim için küçük bir adım biliyorum. Ve ‘o’ orada. Uzaklarda bir yerde. İçimde kıpırdanan kana doluyor bazen. Onu hissedebiliyorum ve şimdi varlığın üçüncü aşaması.

Yıl 2071

Gazetelerden birini alıyor eline. Son zamanlarda televizyonda ve basında süreli tartışılan o konunun bütün bir açıklaması var. Elinde o eski saman kağıt.
Biliyorum bu zamanda o saman kağıtlardan okunan gazete benim ne kadar geri kafalı olduğumu bir kez daha kanıtlıyor. Ama bu geri kafalılıktan çok eskiye olan özlem. Ve birkaç ciddi gazetenin eskiye sahip çıkarak yine aynı şekilde gazetelerini matbaada basması ne güzel bir şey. Şu mürekkep kokusu. İçime çekerken bile içime dolan odun kokusu. Biliyor musunuz artık bu ülkede bile ‘lütfen çimlere basmayınız’ yazısı tarihe karışalı çok oldu. Gazetenin ilk sayfasına bakıyorum.

‘Bilim adamları uzun süredir uğraştıkları ölüsüzlük sırrına ulaştı mı?’

Gazetenin manşeti sanki gözlerimi dövüyor. Yine gözlerime gözlük takmak istiyorum nostalji yapmak için benim yaşımda birinin böyle şeylere ihtiyacı var. Ama yeni taktırdığım D.O.L. bu zevkime mani olmazsa. Gözlüklerim! Evet burada. Bir şeyleri yapmak için yerinden kalmamak ne güzel bir duygu. Ama artık vücut kaslarım bu tembelliğe yenik düşmüş durumda. Hayır doktorum bu lenslerim bu özel zevkime mani olmayacağını söylemişti. Yarım ay şeklindeki gözlüklerimi takıyorum gözüme herhangi bir bulanıklık hissetmeden gözlerim aynı netliğe ulaşıyor. Evet doktorumun D.O.L. hakkında söyledikleri doğru. Bu lens görüntünün yakınlığını ve uzaklığını otomatik olarak ayarlıyor. Dijital Optik Lens. Yalnız getirilen standartlarla insanın normal görüş açısının üzerinde görüntü alımı yasaklanmış ve bir standart konulmuş. Yapılacak bir şey yok. Her türlü göz hastalığınız bu alet sayesinde tedavi edilebiliyor. Çıkarma sorunu yok, düşme sorunu yok, temizleme sorunu yok…
Gözlüğün çerçevesini üzerinden duvara bakıyorum. BİTOSOFT şirketinin yeni ürünü duvara yansıtılmış. Postayı kapatıyorum gözlerimi indiriyorum.

‘Dr. Alex Prond’un insanın ömrünü belirleyen bir genin şifresini çözdüğünü ve geliştirilen yeni bir enzimle laboratuar ortamında yapılan deneylerde, kobayların ömrünün ortalama yaşam sürelerinden 1,5 kat daha uzattıklarını açıkladı. Dr. Prond bu konuda şunları söyledi: ‘Yaklaşık yirmi seneye aşkın bir süredir yürüttüğümüz bu deneyin böyle bir sonuçla finale ulaşması bizi çok mutlu etti. Bu enzim fiziksel olarak henüz insan üzerinde uygulanmadı ama bilgisayar ortamında insan üzerinde de işe yarayabileceği kanıtlandı. Şimdi yapılması gereken gerekli izinlerin alınıp bunun bir insan üzerinde uygulanması…’.’

Hayır, dediğimi duyar gibiyim. Ama bu kendi benliğimden kaynaklanan bir şey değil. İçimde bir şeylerin varlığını hissediyorum. Bu olmamalı. Yani henüz erken. Geleceğe dair varsayımlar… hepsinin birer birer çürüdüğünü gözlerimle gördüm. Ve şunu da hissediyorum ki insanlık bilinenden çok, bilinmeyene doğru gidiyor. Çok yaşamak istemiyor muyum? Elbetteki evet. Ama kaç kişi yar olacak bu…

Motzart’ın 9. Senfonisi çalkalanıyor kulaklarımda. Bu kapı zili. Önümdeki duvarda kapıdaki yüz beliriyor. Bu kızım ve şimdi zaman kısıtlıyken gerçeğe dönmenin sırası…