Giriş
Otobüsün basamağına sağ ayağını attığı andan itibaren, derin bir titremenin vücudunu sardığını hissetti Deniz. Vücudu sanki avını yakalamak için hamle yapmış bir yılan gibi hızla titremişti. Burnuna gelen yanık şeker kokusu çocukluğundan kalma ağda partilerini hatırlatmıştı ona. Her zaman konuk olmak zorunda kaldığı. Aslında ona özel yapılan yanmış şekeri yemek en büyük zevkiydi zamanında. Tabi ki ona özel yapılan kullanılmamış olandı…
Diğer ayağını yerden kaldırdığında ise yanık şeker kokusu esen bir rüzgar yardımıyla dağıldı. Yine geride bir şeyler bıraktığını düşünüyordu. Açıkçası bu yanık şeker kokusu da canını sıkmıştı biraz. Ne zaman bu kokuyu alsa hayatında bir şeyler değişiyordu. Şimdi iki ayağı da sağlam bir şekilde otobüsün basamaklarına basarken yeni, kaderine adım atmış gibi hissetti kendini. “En kötü ne olabilir ki?” diye düşündü ve gülümsedi. En kötü ölebilirdi.
Bu Deniz için iyi bir şeydi belki de. Şimdi ağzında paslanmış demir kokusu hissetti. Buna düşündüklerinin sebep olabileceğini biliyordu. Bu belki de kötü düşüncelerin bir uyarısıydı. İkinci basamağa adımını attı. Şoför koltuğunda oturan, kel, göbekli adama baktı ve içinden geçirdi “Kaptan, artık sana emanetiz.” Kel, göbekli adam sanki onu duymuş gibi kafasını çevirdi ve Deniz’e gülümsedi. Sesli konuşmuş olmazdı. Deniz de aynı donuklukla şoföre gülümsedi. Hareketlerini hızlandırarak, otobüsün arkalarına doğru ilerlemeye başladı.
Otobüs hareket ettiğinde, karalık gökyüzü çatlayarak beyaz bir ışık saçtı. Bu dünya saati ile anlık açılan boyutlar arası kapı gibiydi. Kapı tekrar açıldı ve kapandı. İki dev kapının diş gıcırdatan gürültüsü Deniz’in gözlerini kapamasına neden oldu. Gözlerini kapadığındaysa göz kapakları ardından sıyrılan ışık ona rüyalar alemine giden bir yolda olduğu hissini verdi. Gözlerini açtı. Otobüsün motor sesi ile karışık, koca yağmur damlaların, sol omuzunu yasladığı camı tırmaladığını gördü. Karşı şeritten gelen araçların kırık ışıklarının yüzündeki yansıması, aklındaki karmaşıklığı tam anlamıyla betimliyordu.
Kitabı kapadığında saat ikiyi yirmi yedi dakika geçiyordu. Esnedi. Esnerken çene kemiklerini gerdi ancak dudaklarını büzüştürerek ağzının açılmasını engelledi. Yağmur aynı şekilde devam ediyordu. Bulunduğu yerden baktığında şoför ve muavinden başka kimsenin uyanık olmadığını gördü. Deniz koltukta biraz doğrulduğunda, şoförün tepesindeki ışığın, adamın kelini parlattığını görebiliyordu. Koltuğu yatırdı. Yanında oturan ve derin bir uykudaymış gibi gözüken yirmi yaşlarındaki gencin ayağını dizi ile biraz ittirdi. Bu ittirmeden çok çarpma gibi algılanabilecek bir dokunmaydı. Genç çocuk ayaklarını toparladı ve uykusuna davam etti.
Siz ne düşünüyorsunuz?