paskalya içersinde, ideolojik dürtüler çerçevesinde nevruzu geçirdik. bugun haberleri izlemedim. ancak ister istemez duyduğum, ilhan selçuk tutuklaması iki bayrama da yaraşır birşey olmadı. denetimler bu kadar artmışken, burda laf lakırtıları yapmayacağım ki artık götümüzden bile korkar duruma geldik. mantık çerçevesinde olmayan devlet koruması altındaki, attığı adımı bilinen bir insanın üstüne üstlük konumuna, yaşına bakmadan sabahın köründe apar topar alnıp götürülmesi soru işaretleri silsilesinin başını oluşturuyor. oysa başında onlarca koruma olduğu halde adam olamayan insanlar var memlekette…

düşüncelerim buna yoğunlaşıyor… kelimelerim aktıkları yerden habersiz. mantıklı düşüncelerim televizyonun renk kargaşalarına karışmış. David Cronenberg gerçekliğine ait hissediyorum kendimi. az sonra ekrandan samaraya benzemese de birileri fırlayacak yada kapıma birileri dayanacakmış gibi hissediyorum. ağzımda eriyen peynir, ağır bir plastik tadı veriyor damağıma, bütün gün soluduğum yetmiyormuş gibi. “şaban bu ne?” diyor uzaktan bir ses. kafamı o yöne çeviriyorum. manyetik dalgaların üzerime yürüdüğünü, siyah bir gazetenin ağzını açmış koskoca siyah afişiyle beni yuttuğunu görüyorum. her yer karanlık. dört yanımı saran müzik sesi, ayağıma dolanan kırık aynalardaki yansımam gelecek yüz yılın şanssızlığını yansıtıyor üzerime. beş yıl önce temelleri atılmış büyüdükçe sömüren karanlık bir kaosun, kaostan çok kara değile dönüşen bir eylemin orta yerinde kalmış hissediyorum kendimi. Philip K. Dick eroin kullanıyor muydu? diyorum kendi kendime, oysa Albemuth’un özgür yayınları sonu ölümle biten bir işkencenin ardından son buluyordu. şimdi üzülmeli miyim? yayınlarımız kısıtlanırken bu daha çok yaşayacağımızın haberi mi?