3. Açlık

Saat sekiz gibi midemin kazıntısıyla uyandım. Bu çok normaldi. Dün geceden beri bir şey yememiştim. Üstelik biranın beni daha erken acıktırması gerekiyordu. Açlıktan mideme sancılar girdi. Tuvalete koştum. Açlık berbat bir şeydi. Karın / mide ağrısı, tuvalete çıkma isteği… İkisini birlikte yapmadığın sürece kurtulamayacağın bir süreç. Bir sure tuvalette öylece oturdum.

Evde yiyecek bir şey yoktu. Aslında vardı. Ağzıma biraz peynir ve zeytin attım, açlığımı gidersin diye. Ancak daha fazla acıktığımı hissettim. Bu normaldi ekmek yoksa eğer herkes gibi bende doyamıyordum.

Dışarı çıktığımda insanlar ortalığı basmıştı. Tabi cumartesiydi ve insanlar programlanmış gibi cumartesilerini eğlenceli bir şekilde değerlendirmeliydi. Ne yiyeceğime karar vermeye çalışırken birden bire kaldırımın yürüdüğüm tarafının boşaldığını fark ettim. Herkes herkes bana yol veriyordu sanki, bir an önce geçip gitmem için.

Cadde üzerinde rengarenk dükkânların ışıkları insanların yüzüne birer maske gibi düşüyordu. Hala faaliyette olduğunu düşündüğüm hamamdan ağrı bir duman ve yanmış lastik kokusu yayılıyordu. İnsanları izlemeye başladım. Önümden çekilip bana yol veren insanları. Bana dehşetle bakanlar sadece koca gözlü insanlardı. Diğerleri yani normal insanlar bir şey olmamış gibi, olması gerektiği gibi hareket ediyorlardı. Mağazanın birinin önünde aniden duran iki kadınla birlikte bende durdum. Kadınlara kaldırımda yürümüş eğitimi vermeliydiler. Afaki sola attım kendimi ve patlak gözlü bir kadınla karşılaştım. Kadın beni görünce aniden kaskatı kesilmiş bir şekilde kaldı. Sarı kıvrım kıvrım saçları vardı. Yeşil koca gözlerini kaderine boyun eğmiş gibi sıkıca yumdu. Kadının kokusu beni mest etmişti. Yo öyle parfüm değil. Kendi kokusuydu. Hem de bana karnımın ne kadar çok acıktığını hatırlatan koku. Bu konu bana o kadar çekici gelmişti ki onu şuracıkta yiyebilirdim.

Yine sağa geçtim. Kadına yol verdim. Kadın koşar adımlarla yanımdan geçti. Kovalanan bir av hayvanı gibiydi. yvanı gibiydi. Adımlarımı hızlandırdım. O patlak gözlü insanların tümü bana yol veriyor bana bulaşmak istemiyorlardı. Yemekten çok içebileceğim bir aradım. İçip bu yaşadıklarım üzerine düşünmeliydi. Belki bir iki arkadaşı arar onların ağızlarını yoklardım. Ne diyecektim ki? “Patlak gözlü insanlar görüyorum, onları öldürüyor, üstüne üstlük gözlerini yiyorum” mu? Belki de bir psikoloğa gitmeliydim.

Yer bulmak zordu. Yani cumartesi günleri. Bütün insanlar ocak ayının soğuğuna aldırmadan dışarıya çıkmıştı. Gerçi soğukta yoktu ya. Bildiğin bahar ayıydı hava. Gökyüzünde yıldızlar ve ay yazdan kalma bir şekilde parlıyordu. Hafif bir rüzgar arada ürpertse de genel olarak hava iyiydi.

Küçük bir bara girdim. Oturacak masa yoktu ama barın bir köşesine iliştim. telefonumu çıkardım ve arayabileceğim birilerine baktım rehberden. Kimseyi bulamamıştım. Kimse olmadığından değil bu deli saçması hikayelerimi anlatabileceğim birileri olmadığından. Telefonu elimden bara bıraktığımda bir kadın sesi ne içeceğimi sordu. Birileri ne içeceğimi sormuştu demek ki bir şeyler düzeliyordu. Kafamı kaldırdım bir bira deyecektim ki, mor renkli iki patlak göz gördüm karşımda. Kız ile göz göze gelir gelmez geriye doğru sendeledi. İki elimi sakin anlamında kaldırdım ama ona bir panik havası yerleşmişti. “Bir bira.” dedim. “Biraz da yiyecek bir şeyler.”

“Yiyecek bir şey.” diye tekrarladı dediğimi Sesi sönük geliyordu. Belki bu kızdan bana neler olduğunu ya da patlak gözler hakkında bir şeyler öğrenebilirdim. Yani… beni fark edip korktuklarına göre hayal görmüyordum.

Kız birayı barın ucuna bıraktı ve temkinli bir şekilde bana itti. Bardağa uzandığımda elini anında çekti. Elini çekişi o kadar hızlı olmuştu ki bende ilkindim. Ardından hemen bir sosis tabağı geldi. Bu kadar çabuk gelmesine şaşırdım. Sanki bir an önce yiyip gitmem için bana yoğunlaşmışlardı ama niyetim onların düşündüğü gibi değildi.

Önümdekileri yemeye başladım. Garson kız benim bulunduğum tarafa gelmemeye çalışıyordu. Ben de ne yapsam etsem de onu bu tarafa çeksem diye düşünüyordum. İçeriye sandalyelere doğru baktım. Yer yer boşalmıştı. Buna ben sebep olabilir miydim? Belki.

Ne kadar yediğimi, ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum. Günlerdir aç kalmışçasına, önüme gen yiyeceklere saldırdım. Doyduğumu hissetmiyor üstüne üstlük midemden çıkan sesler gürültüye rağmen kulağıma çalınıyordu. Oysa ki son zamanlarda yediklerime dikkat ediyordum. Gerçi sabah koştuğumda harcadığım kaloriyi hesaplasam eminim ki daha yiyecek hakkım vardır. Tabi sağlık durumumu da düşünmemiz lazım. Sonuçta yıllardır kolesterolüm sınırda yaşıyorum. Zaman zaman sınırı aştığım da oldu (genellikle). Tabi sonrasını düşünüyorsam eğer, sürekli çalışan işçilerimin kısa sürede beni yarı yolda bırakmamaları açısından onlara dikkat etmeliyim.

Gün pazara bağlandı. Saat bir buçuğu gösterdiğinde barda kimse kalmamış çalışanlar yavaş yavaş toparlamaya çalışıyordu. Geldiğimden beri bardaki kız huzursuzdu. Onun huzursuzluğu diğer çalışanların da canını sıkmıştı. Birkaç kez karşımda isterse evine gidebileceği söylendi ama kız gitmek istemedi.

Bardan ayrıldım. Bir süre barı gören sokağın köşesinde durdum ve izledim. Ben çıktıktan bir kaç dakika sonra kapalı olmasına rağmen bara bir kişi girdi. Yaklaşık bir dakika sonra da bardaki kız ile birlikte çıktılar. Kızın yanındaki çocuğunda gözleri kocamandı. Bir an için eve dönme fikri geçti aklımdan. Bu fikir çok sönüktü ve anında kayboldu ve ikisini izlemeye başladım.

Amacım son dönemde insanların benden neden korktuğunu sorgulamaktı. Tabi birde şu koca gözleri. Elbette bu gözleri sadece ben görebiliyor olabilirdim. Bu sebepten dolayı insanların gözünde deli konumuna düşmemek için biraz temkinli davranmalıydım.

Çifti izledim. Çift olduklarını düşünüyordum oldukça samimi görünüyorlardı. Tenha bir sokağa girdiklerinde ikisi birlikte arkalarına baktılar. Sanki varlığımı hissetmiş gibilerdi. Telaşlıca adımlarını hızlandırdılar. Benden kaçıyorlardı, bunun başka bir izahı yoktu. Peki ama neden? Benim amacım bunu öğrenmekti. Adımlarımı hızlandırdım. Onca yemeğe rağmen midem hala kazınıyordu. Açlığım kendini iyice belli ediyordu. Üstüne üstlük burnuma leziz kokular geliyordu. Nasıl tarif etsem. Bir çok şeyin kokusu karışımı ama öyle mide bulandırıcı değil. Daha da iştah açıcı.

Bilinçsizce adımlarımı hızlandırdım. Bütün benliğim midemin arzusuna yenik düşmüş burnumun aldığı leziz kokuyu takip ediyordu ve bu koku izlediğim o çiftten geliyordu.

Sanki uçmuştum, sanki koşmuştum bilmiyorum ama çifte yetişmiştim. Ellerimi uzatsam dokunabilirdim. Uzattım da. Bu hareketimi fark ettiler ve kendilerini hızlıca iki yana attılar. Yere düşüp ikiye ayrılan bir vazo gibiydiler. İkisi de bilinçsizce salında. Kocaman gözleri loş ışıkta patlıyordu.

“Sakin olun” dedim. Sesimi mümkün olduğunda yumuşatmaya çalışarak. Ağzım o kadar çok sulanmıştı ki iki kelimeyi sarf ederken onlarca tükürük ağzımda yere saçılıyordu. Hafifçe onlara telkinde bulunmama rağmen panikleri devam ediyordu. Sendelemeye başlamışlardı. Sanki ben onlara yaklaştıkça onlar güçten düşüyordu. Ben ise büyük bir enerji doluyordum, büyük bir istek. Bir adım daha attım. Kız olduğu gibi yere düştü. Çocuk kıza baktı, eğilip ona yardım etmekle, kaçmak arasında ikilemde kaldı. Vücudunu geriye doğru çevirmeye çabaladı ama ayakları bir türlü dönmedi. Sanki çivilenmiş gibiydi. Ben hızlıca kıza doğru eğildim. O kadar güzel kokuyordu ki birden ısırmak geldi içimden. İçimdeki bu iştaha göğüs gerdim. Kafasını kaldırdım. Sağa sola çevirdim. Şah damarına bakıp nabzını kontrol etmekti amacım. Ben kızla ilgilenirken çocuk öylece durmuş bana bakıyordu. Aslında istese kaçabilirdi ama kaçmıyordu. Kaçamıyordu.

Kızın nabzı çok yavaş atıyordu. Kafamı kaldırıp çocuğa baktım. İyice güçten düşmüş görünüyordu. Elimle pantolonunu çekiştirdim. Amacım yere çökmesini sağlamak ve bir kaç soru sormaktı. Ona dokunur dokunmaz yere yığıldı. Tam anlamıyla olan bitene anlam verememiştim ama ben bu büyük gözlü insanlara yaklaştığımda onlar ölüyor ya da bu şekilde yığılıyorlardı.

Bir süre he ikisini de sarstım. İkisi de kendine gelmedi. İçimdeki açlık artık mantıklı düşünmemi zorlaştırıyordu. Güzel olanı sona bırakmak için çocuğun sağ gözüne uzandım. Parmaklarımı gözünün çevresine geçirmiştim ki, önünde durduğumuz apartmanın ışığı yandı ve kapıdan biri çıktı. İki yatan insanın başındaydım. Açıkçası çokta uygun bir durumda değildi. Bu pozisyonda nasıl bir açıklama yapabilirdim ki?

Dondum kaldım. Bildiğiniz dondum. Aklımdaki düşünceler bile dondu. Öylece kapıdan çıkan, yirmi yaşlarındaki çocuğa bakıyordum. Bok mu vardı bu saatte dışarıya çıkıyordu. Yatıp evinde FIFA falan oynasaydı ya.

Çocuk bana doğru baktı. Bir an göz göze geldik. Göz göze geldik ama sanki anlamsızca boşluğa bakıyor gibiydi. Hiç bir tepki vermedi. Kapıyı ardından çekti ve yürüdü. Belki saniyelik bir olaydı ama sanki çocuk dakikalarca bana bakmıştı. Görünmemiştim. Bu iyiydi. Giderken arkasından baktım bir süre. Taze cupcake’in kokusu etrafı o kadar sarmıştı ki dayanamadım. Hemen yanımdaki kızın gözüne daldırdım elimi. Gözü avucumun yarısını doldurdu. Hepsini ağzıma attım ve çiğnemeye başladım. Ağzımda hissettiğim her patlayıştan sonra ayrı bir tat alıyordum. Müthiş zevkli ve lezzetliydi bu gözleri yemek. Kendime kızdım böyle bir keyfi neden bir çırpıda sonlandırıyorum diye. Kalan üç gözü yavaşça ve tadını çıkararak yedim. Bu esnada yoldan üç kişi geçti ve hiç birisi ne beni ne de yerde yatanları görebiliyordu. Bu durum beni iyice keyiflendirmişti.

Ne kadar yavaş yersem yiyeyim, on dakika içinde bütün yiyeceklerim bitmişti. Açlığım birden bire kesilmişti ama vücudum daha fazlasını istiyordu. Bendeki bu değişimler kafamı kurcalamaya başlamıştı. Şimdi ben katil mi olmuştum? Neden insanlar tarafından görülmüyordum? Yoksa Tanrı bir azrail görevi mi biçmişti bana? Günah mı işliyordum? Bir süre bunları ve daha fazlasını düşündüm. Ne kadar düşünürsem düşüneyim önemli olan vücudumun isteğiydi. Onun dürtüsüydü. Hızlı adımlarla, zaman zaman koşarak sokakları gezdim ve kendime yeni yiyecekler aradım.


Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?