Tanımlamak cümleleri, birbirinin ardına sıralamak, tarifi olmayan duyguları realist bir kimliğe büründürmek. Her şey ne kadar zor konuşmak, susmak, yazmak… yanlış yerde yanlış insandan doğru cümleleri duymayı beklemek. Beklemek… sonunu kestirip bastıramadığın hayaller içinde var olmaya çalışmak.
Cümlelerim ne kadar anlamsız. Titreyen kemiklerimin çıkardığı sesler gibi anlamsız. Belki anlatılabilir belki hissedilebilir… yansıman karanlık çarpmışken suratıma yanık gülümsemen… susalım.. ayıplar sarmışken etrafımızı bir tek gümlenin gazabına uğramayalım. Boş bir kovana sıkıştırmaya çalışmadan barutları. Bugün, bugün yarının taşlı yollarındaki ilk gün…sessizce uzanan benliğimize bırakalım kendimizi…
k: ne olmak isterdin?

a: bir uçak, yakıtı hiç tükenmeyecek…
k: duygulardan uzak olmak istiyorsun yani…
a: hayır, duyguların en yücesini tatmak, özgürlüğü tatmak… özgürlük olmadan diğer duygular kıymetsiz, bir kutunun içerisinde denizin dibine batarken basıncın altında kalmak gibi.
k: denizin dibi… sakin ve huzurlu… istediğin…
a: inene kadar basınç altında patlamazsan…

akşam oluyor. hava dalgalı. gökyüzü kutsal kitaplardaki kıyamet günlerini andırıyor. soğuk. cümlelerin donarak bedenime saplandığını hissediyorum. Bir sessizlik. Dünyanın dönüşü yavaşlamış, insanlar yirmi dört karenin, yirmi üçünden yoksun hareket ediyorlar. Güneşin batışı kızıllığını bindirmiş şehre. Onan kendini kurtaran gökyüzü koyu maviye doğru uzanışa geçmiş. Her adımda yerdeki toz birikintisi sekerek yer değiştiriyor. Uzaktan gelen yemek kokuları sabahtan beri kazınan mideme ayrı bir his yüklüyor. Sokağın ortasına kusuyorum. Bir gürültü kopuyor uzun bir çığlık gibi. Gök yüzü yarılıyor… koca bir ahtapot güneşin kızıllığına saklanarak dünyaya doğru iniyor. İnsanalar tek kare, ellerini açmış sessizce pür dikkat ona uzanıyor.

k: bugün…
a: sesiz kalalım…
k: hayır sinemaya gidelim…
a: sessiz kalalım, bu gün cümlelerimiz rafa kalksın, sessizlik…

kaçıyorum, neyden, kimden olduğundan habersiz. Soluğumu tutup var gücümle. Siyah bir tshirt var üzerinde. Sıfır yaka, düz kesim, yazısız… “nereye” dediğini duyuyorum kaçarken ama ağzın kıpırdamıyor. “kaç” diyorum bende sessizce, elinden tutuyorum, bayrağı devralmış bir yarışmacı gibi. Sorgusuz sualsiz koşmaya başlıyorsun. Terliyoruz, etraf iyice ısınmaya başlıyor, insanlar bizim zıttımıza ilerliyor, “yanlış yöndeyiz demiyorsun. Ardımızda siyah elbiseli aptal olduğunu bildiğim iyi kıyım iki adam. İkisi de kel ve top sakallı. Evin birine giriyoruz, tanımadığımız bir yere, “hırsız sanmasınlar” diyorsun sessizce. “kimse yok diyorum”. Vücudumuz ısınmış, ter tshittümüzde beyaz lekeler oluşturmaya başlamış. Mutfakta küçük bir dolabın içine giriyoruz. Vücudumuz birbirine çarpıyor, nefes almalarımız sıklaşıyor, dolap alttan ısıtılıyor sanki. “çok bunaldım” diyorsun, “üzerindekini çıkart o zaman” diyorum. Yavaşça üzerindekini çıkarıyorsun. Teninin kokusu dolaba yayılıyor birden, beyaz sütyenin aydınlatıyor birden ortalığı sonra tekrar sönüyor, onu da düzeltiyorsun. Dolap daha da ısınmaya başlıyor ve şehvetimize yenik düşüyoruz. Öpüşmeye başlıyoruz. Dolap kapağı açılıyor, iri kıyım bir adam, içeriye soğuk havayı ve ışığı doldurduktan sonra “pardon” diyerek kapağı kapatıyor. Hayretle kapağa bakıyoruz..

akşam oldu. Sessizlik bir dost gibi çöktü şehre. Yanında çok sevdiği düşünceleri, hataları getirerek. Af dilemek, beklemek…
akşam oldu. Herkesin sevmediği kelimeler vardır elbet… duygular…
sessizleşen, tekrarlanması insenmeyen…