televizyon ekranına bağımlı olduğumuz andan itibaren küçük kutunun zihinsel aktivitelerimizin şekillenmesine ister istemez tanık oluyor ve bunun sadece televizyon ekranlarıyla kısıtlı olmadığını görüyoruz. Dünya üzerindeki her teknoloji devriminde insanoğlunun bir sonrakine geçişinin sancısız olduğu muhakkak. Matbaanın bunanmasının insan yaşamı üzerindeki etkileri en çok 17. yüzyılda hissedilmektedir. McLuhan’a göre matbanın bir sonucu olan duyular arasındaki kopuşun etkileri en iyi olarak Shakespeare’in King Lair oyununda görülür.
Matbaanın keşfiyle beraber insan oğlu kulak dünyasından ayrılıp göz dünyasına geçiş yapmıştır. İnsanların göz dünyasına geçiş nednelerinden birisi de kulak dünyasının sıcak etkileşime sahip olup göz dünyasının ise soğuk, bayağı, tarafsız gözüküyor olmasıdır. Göz dünyası matbaanın keşfiyle artan kitaplar sayesinde insanları bireyselciliğe itip kabuklarına çekilmelerine sebep olmuştur. Okuma yazma oranlarının düşüklüğü ise dönem itibariyle basılı kültürün gelişiminin ağır bir şekilde ilerlemesine sebebiyet vermiştir.
Elektronik kültürün devreye girmesiyle birlikte insanı görsel ve işitsel olarka bağımlılık konumuna getiren araçlar basılı kültürün vermiş olduğu tekil kimlikten sıyrılıp ortak kimliğe bürünme çabasına girişmitir. Bu kültürün canlılığı insanı bağılmı hale getirmiş gen nesil üzeirnde vaz geçilmez bir etkiye sebep olmuştur. Tüm dünya büyük bir kütüphaneye dönme yerine bilgisayar ve elektronik bir beyne dönüşmüştür. Bu beyinde oluşturduğumuz kişisel portföyler, dışa yönelim sonrası elektronik dünyada başladığımız sosyalleşme insan üzerinde büyük etkileşime sebep olmuştur. Kişiler bu ortamlar içerisinde benzerlerini aramakta geç kalmazlar Ya da benzer olduklarını sandıklarını. Bir süre sonra artık elektronik hayat dışarıdan yönlendirilip kontrol edilen bir araç olamktan çıkmış bizim bir parçamız haline gelmiştir. Artık “Büyük Birader”in (George Orwell – 1984) gözü bizde değildir biz “Büyük Birader” olmuşuzdur.
Görsel medyanın elektronik medyayla iç içe geçtiği dönemde bireylerin düşünsel faaliyetleirni okntrol altına alıp tek tip insan yetiştirme işi sadece eğitim kurumları aracılııyla olmayacağı anlaşılmış bu konuda herkese ulaşılabilecek bir yontem olarak medya sektörü seçilmiştir. Ülkeler ve bireyler kendi çıkarları bağlamında bu yöntemleri kullanmıştır. Gerçek şu ki ne kadar güçlüyseniz yaptırımınız da o kadar güçlüdür. Görsel medyayı elinde bulunduran da bir o kadar güçlü.
Siz ne düşünüyorsunuz?