İstanbul’da yağmurlu bir gün. İnsanlar, vapur seyahatlerinde ekseriyetle iç kısımları seçmiş, Şehir Hatlarının rahmetli Barış Manço’nun adını bahsettiği vapurun iç bölmeleri, ağustos güneşinin altında kalmış gibi terletiyordu insanları. Göz ile görünen denize bırakın girmeyi yaklasamiyorsunuz bile. Arada yağmur damlalarinin şiddeti ile sükunete bürünen deniz, zaman zaman yağmurun ateşkes imzalamasıyla hırçınlığını arttırıyor. İkisi arasındaki ilişki, mahalle arasındaki sokak kavgaların hatırlattı bana. Yani hindi gibi kabarmanin deyimini.
Yağmur şiddetini arttirinca kontrolsüz açılan semsiyelerden korunmak için ayrı bir uzmanlık gerektiğini düşünüyorum. Aynı uzmanlık şemsiye kullanırken de gerekli. Bunların bir kursu açılsa ne kadar rağbet görecek merakliyim. Muhtemelen her şeyin en iyisini bilen milletin “şemsiye kullanmanın da dersi mi olurmuş” diye söyleyecektir. Ne kadar doğrudur bilmem ama Osmanlı Döneminde geçen eski romantik Türk filmlerinde şemsiye kullanmanın manası bir başkadır. Şemsiye deyip geçmeyin yeri geldiğinde bir flörtlemenin baş kahramanıdır.
Bir şemsiye neler açtı başımıza. Yazının gidişatını nasıl da değiştirdi. Konudan saptırdı başka anlamlara soktu beni. Bir fiil anlamsizliklar kervanına soktu.
Sanırım devamı gelmeyecek…
İstanbul’da yağmurlu bir gün.
—
yazar:
Siz ne düşünüyorsunuz?