Horozun kavağa çıktığı, hikayeler masumiyetlerini yitirip, uzun uzadıya çekilen kelimelerin anlamlarının yavaş yavaş kazandığı dönemler. Bir yanda tüplü televizyonun, tarama kalelerini sayacak kadar yaklaşışım, bir yanda Nuri Alço filmlerine vurulan gem. Marifeti büyüğünün radyodan yapılan orjinal dizi seslerini televizyonla senkron hale getirdiğini sanmak. Oysa ne eksik ne fazlaydı büyüyen dünyamda. Ve malesef büyüyen bir dünyam vardı şimdi küçülenin yanında. 

Bu kadar olmamalıydı. Okullar okumuş, kitaplar keşfetmiş, filimlere yarenlik etmiş biri olarak dört duvara sahip bir dünyam olmamalıydı. Nerede yanlış yapmıştık. Neyi kaçırmış,  bir karış havadaki aklımda hangi köşeden dönmeyi başaramamıştım? Bir ufka bakmıştık sürekli genişlediğini düşündüğümüz. Kant mı kaldırmıştı, Freud mu afallatmıştı? En büyük zaferim oydu ya hep birine yüklemek. Büyük dünyamın büyük kaçışı!? O tüm hayallerime sığdırdığım. Kimim, neyim,  neredeyim?  Bittim ben replikleri dudağımda.  Bakamıyorum,  bırakamıyorum, bir sinir krizinin eşiğinde onu bile yaşayamıyorum. İyiyim hep yüzümde bir maske,  iyiyim hep yanağımda bir gamze. Neden olmasın ki,  tutunduğum son dal…


Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?