İlginç konusuna ve iyi oyunculuğuna rağmen görsellikteki, senaryo ve kurgudaki açıkları ile tadı kaçan bir film After.Life. Durağan anlatım her ne kadar hikayeye yakışmış olsa da eksikleri oldukça fazla. Filmin korku yönü olmadığı gibi drama yönü de ağır basmıyor. Filmi tek izlettiren ise konusu. Tabi filmin devamında gelen açıklar insanın önüne soru işaretleriyle çıktıkça izlemekten zevk almakta etkisini kaybediyor.
Anna bir ilk okul öğretmenidir. Nişanlısı ile sorunlu denebilecek bir ilişkisi vardır. Özetle Anna aslında gerçek hayatta da yaşayan bir ölüdür. Günün birinde müzik öğretmeni ölür ve Anna onun cenazesine gider. Burada cenazelerden sorumlu olan, Eliot Deacon’u ilkkez görür. Anna bir süre sonra trafik kazası geçirir ve kendisini uyandığında Eliot’un cenaze evinde bulur.
Anna ölmüştür ve cenazesine hazırlanması için Eliot’a teslim edilmiştir. Eliot’ta cenaze gününe Anna’yı hazır etmeye çalışır. Anna konuşmakta ve ayakta dolanmaktadır. Öldüğünü kabullenmez. Eliot durumu onun ölüme hazırlanması olarak açıklar ve onu sakinleştirmeye çalışır. Sakinleştiğinde ve ölümü kabullendiğinde işlemlere başlayacaktır. Eliot’un anlattıklarına göre Anna ölmüş ve onu sadece kendisi görebilmektedir.
Anna’nın nişanlısı, Paul onu görmek ister ancak Eliot buna izin vermez. Anna’yı ayakta gören ise öğrencisi, Jack olur. Durumu Paul’e haber verir. Paul cenaze evine gider ancak bundan bir sonuç çıkaramaz. Eliot ise Jack’e kendisi gibi onunda özel olduğunu ve ölüleri görebildiğini söyler…
Film bu şekilde acaba Anna ölümü canlı mı muhabbetiyle geçer. Ancak hikayedeki açıklar bizim kesin bir kanıya varmamızı engelliyor. Anna’nın aynanın karşısında gözükmemesi ancak nefesinden buhar çıkması filmin tereddütte bırakan sahnelerinden. İnsan göstermeyen bir ayna icat edildi mi diye sormadan edemiyor insan…
Aslında burada Anna ölüydü ip uçları ile aynı derecede canlı ip uçları da verilmiş. Bir yerde acaba herkes mi ölüydü sorusunu da sorduruyordu film. Çünkü belli insanlar dışında pek reaksiyon alınamıyordu kimseden. Paul’ün yemek masasında yiyip içememesi, karakolda içecek alamaması bu soruları sorduruyor bize. Akabinde o da trafik kazasında ölüyor zaten.
Ancak diğer bir nokta ise Eliot’un bunları öldürmesi. Çünkü bakıldığında bu karakterlerin tümü yaşadıkları hayattan bıkmış zevk almayan kişiler. Yani bir nevi ölüler. Eliot zaten bu yaşayan ölüleri, öldürüyor olabilir. Buraya da Anna’ya sürekli iğne yapışından ve konuşmalarından. Şırınganın içerisinde uyuşturucu bir madde de olabilir elbet.
Ancak film bu kadar ve bundan daha fazla soru işareti barındırırken tatmin edici bir cevap sunmuyor bize. Devreye polislerin girmemesi, adli tıpın girmemesi, nasıl bir olay bu dedirtiyor bize. Eliot bir psikopatsa öldüreceği insanlara bu kadar kolay nasıl sahip olabiliyor.
İlginç bir hikaye tatmin etmeyen bir kurgu ve sonla ortaya çıkıyor. Keşke hikaye üzerinde biraz daha durulsaymış. Klasik Amerikan yapımı ile bağımsız film arasında sıkışıp kalmış ve saçmalamış. Yalın görüntüleri insanı etkiliyor, yer yer gereksiz diyaloglar insanın hikayeyi anlamasından çok karıştırmasına yarıyor. Diyaloglar kesilip görüntüler işlenerek bile anlatılmak istenen anlatılabilirmiş ancak hikaye yapısı ne anlattırdığını, ne anlatmak istediğini tam olarak veremiyor.
Sonuç olarak, filmi merakla izliyorsunuz. Elbette daha ilk dakikalarda bir fikriniz oluyor sonla ilgili ancak yinede ne çıkacak diye merak ediyorsunuz. Sürekli tekrarladığım gibi hikaye boşlukları doldurmak yerine daha büyük boşluklar açıyor. Hareketsiz, durağan geçen bekleneni veremeyen bir film.
Yönetmen: Agnieszka Wojtowicz-Vosloo
Senaryo:
Agnieszka Wojtowicz-Vosloo | ||
Paul Vosloo | ||
Jakub Korolczuk |
Oyuncular:
Christina Ricci | … |
Anna Taylor
|
|
Liam Neeson | … |
Eliot Deacon
|
|
Justin Long | … |
Paul Coleman
|
|
Chandler Canterbury | … |
Jack
|
|
Celia Weston | … |
Beatrice Taylor
|
|
Luz Alexandra Ramos | … |
Diane
|
Linkler:
http://www.imdb.com/title/tt0838247/
Siz ne düşünüyorsunuz?