Ahmet Ümit – Beyoğlu Rapsodisi

Ahmet Ümit‘in 2003’te basılmış ve benim okuduğum beş Ahmet Ümit kitabından en hızlı ve en keyifli okuduğum kitabı Beyoğlu Rapsodisi. Hikayenin anlatımından tutun, hikayenin mekanlarının tasvir ve anlatımlarına kadar her şey çok iyi ve keyifli. Hikayenin en keyifli tarafı, karakterlerin bizden olması ve aynı kaygıları gütmesi. Bu da karakterlere yakınlık sağlarken, takıldıkları mekanların da bilindik olması ayrı bir keyif veriyor insana. Bu arada önünden geçtiğimiz o bildiğimiz eski binalarla ilgili bilmediğimiz şeyleri de anlatması oldukça keyifli.

Ancak belirtmem lazım ki o kadar seri akan bir hikayede birden bire finale gidip biz okuyucuya “ee” dedirten bir final olması biraz benim canımı sıktı. Biraz daha uzatılıp iş sanki biraz daha çetrefilli hale getirilebilirdi. Ha hikayeye öyle kaptırıyorsunuz ki kendinizi bir yerden sonra katil kim düşünmüyorsunuz bile. Bu bağlamda asıl katil aklınızdan bile geçmiyor. Katilin kim olduğu konusunda biraz tüyolar verse de yazar dönen muhabbet sizin bu yorumda bulunmanıza engel olup, biraz ters köşe yapıyor.

Selim, Kenan ve Nihat orta yaşlarda üç arkadaştır. Selim ağır başlı, mantıklı, düzgün düşünen, Kenan uçarı, günü gününe yaşayan, Nihat ise, kararsız hep birilerinin arkasında kalmış üç arkadaştır. Bu üçü de Galatasaray Lisesi’nden arkadaştırlar. Kenan fotoğraf işine sarmış bir kaç sergi açmış ama eleştirmenler tarafından pek sallanmamıştır. Buna son vermek amacıyla Beyoğlu’nda işlenen cinayetleri konu alan bir fotoğraf sergisi açmayı ve bu şekilde adından bahsettirmeyi kafaya koyar. Bu fikir de Nihat’tan çıkmıştır. Tabi iki arkadaş bu işe bulaşmışken ister istemez Selim’de onlara yardım eder.

Polisten aldıkları olay yeri resimlerinde bir ayrıntı dikkatlerini çeker. İki cinayet mahallinde aynı ressamın resmi vardır. Bu durum onları iki katilin aynı olması tezine yönlendirir. Bu konuyu araştırmaya başlarlar. Gerçekten de cinayetle suçlanan kişiler masumdur. Kenan bu işe takar ve olayı çözmeye odaklanır. Ama ulaştığı sonuç onu pek memnun etmez.

Dedim ya sonu biraz hızlı olmuş aceleye gelmiş diye. Yinede keyifle okunacak bir kitap.

Kitap Arkası:

Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden… Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi… İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân… Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final…Çok kollu, çok dallı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cadde, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı.Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.”

Sayfa Sayısı: 408
Baskı Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 408
Cep Boy
Dili: Türkçe
Yayınevi: Everest Yayınları