Okumayın bence…
Köpek gibi sevdiği karısını kendi yatağı üzerine serili saten çarşaf üzerinde, diğerinden hafif küçük olan ancak bunu sadece kendisinin bildiğini düşündüğü sol göğüsünü kapatacak şekilde saran bir başka adamın elini gördüğünde, sadece durdu. Saat on ikiyi geçiyor, buz tutmaya başlamış oda, soğuğa teslim olurken, donan akrep ve yelkovanla zaman da duruyordu. Derin bir nefes aldı. Bunu yapmayı başardı, Kaç gram olduğu, Ne kadar etkin kullandığını bilmediği beyni, bunu yapmasına izin vermemişti. Sonrasında yumuşacık yatağında, çıplak tenleri birbirine kenetlenmiş, karısı ve sevgilisine baktı. Gözleri karardı, tökezledi, koca bir kütleden farksız olan vücudu sallandı ama yıkılmadı. Ne yapacağını bilmiyordu. Eğer karısını sevmeseydi baba yadigarı Kırıkkale’ye davranır, ikisini de yatağa çivilerdi. Ama bunu yapamazdı. Bu karısını bir daha görmemek demekti, onun yokluğunu, hayatta olmama, aynı havayı soluyamama ihtimalini göze alamazdı. Boş gözleri kontrol edemediği bir şekilde bir karısına, bir de onun aşığına gidiyordu. Aşığı! Ne kadar boktan bir kelime…
Nihayet gözlerini ikisinden de aldığında şifonyerin üzerindeki tırnak törpüsü dikkatini çekti. Onu almaya çalışırken birşeyler devirmiş olacak ki odanın loş ışığı altında bir gürültü oldu. Karısı beyaz balık eti vücudunu kıpırdanıp, göğsü aşığının avuçları arasından fırladığında bir siluet fark etti ve küçük bir çığlık patlattı. Aşığı gözlerini açıp ne olduğuna uyku mamurluğuyla anlamaya çalışırken silueti gördü. Ne uyumlu bir çift ikisi de aynı anda sırtlarını yatağın perforjesine dayadı. O kadar sert dayamışlardı, 450 TL’ye yaptırdıkları perforje konuşacakmış gibi esnedi. Karısının balık eti sırtında ferforjenin gül deseni oluşmuş, yanındaki sıska aşığının kemiklerine de demirler batmıştı. Refleks olarak karısı da üstüne mevresimin bir parçasını çekmişti. Kimin malını kimden saklıyordu ki?
Yatağa mıhlanmış çift, karşılarındaki anlamsız yüzü ne yapacağını kestiremiyordu. Onlarda donan zamana katılmışlardı sanki. Karşılarındaki yüz kadar elinden alan kan damlaları da onları korkutuyordu. Adam eline aldığı tırnak törpüsünü o kadar sıkmıştı ki nasıl becerdiyse elini kesmeyi başarmıştı. Tökezleyerek geriye döndü ve kapıdan dışarı çıktı. Odanın içinden aşıklar sadece eşyaların devrime sesini duyuyorlardı. Bir süre sonra kapı çarptı ve sessizlik oldu.
Adam ardından şiddetle kapanan kapıdan çıktıktan sonra merdivenleri tökezleyerek indi. Bir sağa bir sola çarpıyordu. Şu sağa sola salınan dengeli masa seslerinden farkı yoktu. Nihayet yaşlı apartmanın kapısından kendini dışarıya attığında rutubet kokusu kendini taze bahar havasına bıraktı. O anda beyni çalışmış olacak ki, Bu siktiğimin dünyasında neden yaşadığını sorgulamaya başladı. Evden çıkarken pantalonunun cebinde attığı limon kolonyası onu rahatsız etmeye başlamıştı. Elinde sıktığı tırnak törpüsünü biraz geçirmişti. Onu cebine bıraktı. Elinden süzülen kan üstünü başını başını batırmış ardında takip edilmesi için iz bırakıyordu. Cebinden limon kolonyasını çıkardı. Kapağını açtı ve üstündeki tıpayı çıkardı. Kesik eline dökülen kolonyanın bir miktarı, canını acıttı ama bu acı gördüğünün yanında hiç birşeydi. Tökezleyerek yürümeye devam ediyordu. Mahallenin bıçkın delikanlısı, yıkılmamaya çalışan, sokağın köşesindeki tinercilerin mesken tuttuğu, eski bina gibi salınıyor ama ayakta kalmayı başarıyordu. Plastik kolonya şişesini ağzından aşağı döktü. Kolonya her zaman olduğu gibi başlarda içine ferahlık vermişti ama sonra içini, zaten yapmakta olan içini daha da harlamıştı. Siktimin dünyası böyleydi. Acı acı üstüne gelirdi.
Büyük bir yudumun ardından ciğerlerini kaldırımda bırakırcasına öksürdü. Salınan vücudu bu öksürüğü etkisine dayanamadı ve düştü. Kaşında bir acı hissetti. Anında kana bulanan kaldırımla yüzünün bir kısmı ıslanırken, düşmenin etkisiyle kesilen nefesi, kusmaya çalıştığı ciğerleriyle birlikte, hayatına son vermeye çalışıyordu. En iyisi buydu belkide. Zar zor ayağa kalktı. Titrek sokak lambası altında yarısı kırmızıya bulanmış suratı, şişmiş gözüyle, nakavta uğramış bir boksörden farksızdı. Evet bol sör. Kendini mahallede sör sanıp, boka bulanan bir sör. Bok sör. Bir kaç çelimsiz adımdan sonra adımların kendini taşıyacağından emin oldu ve plastik şişenin kalanını da boğazından içeri boşalttı. Bu kez ferahlama hissini yaşamadan direk yanmaya başladı. Doksan beş derecelik kolonya, doksan beşden de fazla yapmıştı. Bir kez daha öksürdü. Bu kez dalağını bırakmaya çalışıyordu kaldırıma. Sokağın köşesindeki eski eve vardı. Eski püslü tahtalarla çit yapılmaya çalışılmış evin sınırını çürümüş bir kaç tahtanın üstüne basarak geçti. Kah salınıyor, kah tökezliyor, kah hızlanıyor, kah yavaşlıyordu. Virane evin kapısından içeri girdiğinde parlayan bir kaç göz gördü. Kedi gözü gibi. Bir siluet hemen yanında bitti. Elinde ses çıkartan birşeyle. Siluet adamın boktan halini görünce geriledi, açıkçası korktu. Ne kadar pilot olursanız olun adamın bu halini gördüğünüzde siz de kaçırdınız.
Adam bir köşeye kendini savurduğunda, içeride birden fazla siluet olduğunu farketti. O bunlarla ilgilenmiyordu onun aklında sikişen farklı şeyler vardı. Lanet olası şeyler. Siluetler adamdan korktuklarından mı yoksa misafirperverliklerinden mi bilinmez, bir bez parçası, bir poşet, bir tüp attılar önüne. Ne yapacağını bilmeyen adam, refleksle bez parçasını aldı. Burnuna bastırarak derin bir nefes aldı. Yanağından süzülen kan kararmış bezin bir kısmını kırmızıya boylamıştı. Derin bir nefes daha aldı. Beyininin çalışmaya başladığını düşünüyordu. Bir tepki gelmişti.
Ardımdan gelmedi bile orospu.
Bir kez daha çekti nefesi, siluetler yavaş yavaş yatak şeklini almaya başlamıştı. Karısının olduğu yatak. Hemde aşığıyla…
Siktir diye bağırdı, bağırdığını sandı böğürdü aslında boğazı yanmış anlamsız kelimeler topluluğu çıkmıştı dışarı. Ses telleri yerinde yoktu sanki yada teller tel halini almıştı. Böğürtünün ardından siluetler dağıldı. Üçüncü bir nefeste tekrar bir araya geldiler. Yine odası bu sefer karısı birinin üzerinde tepinmekte. Tekrar böğürdü. Tekrar derin bir nefes. Görüntü hızlandı, Sanki 8x gibi. Hızlı, hızlı, Daha hızlı… O hiç bu kadar hızlı olamamıştı. Tekrar böğürdü. Öksürdü, Bütün organları dışarı çıktı. Derin bir nefes. Öksürdü, defalarca. Boğazında yanma. Yüzünden süzülen kırmızı sıvının birikintisinin yanına ağzından beyaz ne olduğu belli olmayan sıvı bıraktı. Doğrulmak için bu sıvıdan destek aldı. Sıcaktı. Bir nefes daha, kocaman. Büyük bir öksürük. Hızlanan görüntüler. Cebinden tırnak törpüsünü çıkardı. Kokladı. Karısı gibi kokuyordu. Bir kez daha kokladı. Burnundan içeri soktu, beyin kurumlarına kadar kokladı. Derin bir nefes. Yine kokladı. Siluetler kayboluyor yerini karanlığa bırakıyordu dünya. Uzaktan gelen sesler ve karanlık.
Gençken aşık olduğu bir orospu vardı. Bildiğin orospu. Karaköyde. O zamanlar fuğuşun merkezi. Adam lisedeydi. Biriktirdiği haftalığını ona harcardı. Orospunun ona kocacığım deyişini beğenirdi. Beyaz balık eti tenini, kömür karası gözlerini. Belki karısını da onun için bu kadar çok sevmişti, ona benzediği içi. Bu olamaz karısı ve orospu. Orospu ve karısı. Karısı orospu. Zaman zaman bu kadından hikayeler dinlerdi. Kadının dediğine göre onlarca mesainin ardında apış arasını temizlemek için kullandığı suyu arzu edenlere vardı. Hikaye fikir uyandırmıştı aslında adam da bunu yaptı. Onlarca müşteriden iğrenmeden, her gece kokladı uyumadan önce yüzünü yıkadı. Kendini mi lanetlemişti? Belki yapmasaydı bunların hiç biri olmayacakmıydı.
Kafasını güçlükle kaldırdı. Karanlığın ardındaki bu düşünceler aklına nasıl gelmişti. Yıllardır hatırlamadığı şeyleri nasıl hatırlamıştı? Derin bir nefes daha çekti. Bağırdı. Bir kaç damla gözyaşı acıya sığınarak aktı gözlerinden. Yine siluetler. Başka bir pozisyon uzaktan gelen sesler. Böğrüme. Elini zorlukla kaldırdı. Tırnak törpüsü olan elini. Ve apış arasına sapladı. Defalarca, siluetler Ne kadar hızlı hareket ediyorsa aynı şekilde. Acı… Kırmızılık… Kan gölü… Son bir dokunuş, siluetler, derin bir nefes, Belki de nefesin Son noktası…
Siz ne düşünüyorsunuz?