“Ben” dedi… Ciğerlerinden saldığı son nefes herkesin duyabileceği bir halde ses tellerini titreştirirken acının vurduğu göğsünden bir çığlık gibi çıktı sesi. Yankılarıyla birlikte uzayıp giden üç el silah sesinin arasından fısıldamayla son buldu cümlesi;
“…sizi affediyorum.”
Bir sessizlik indi kalabalığa. Soğuk bir rüzgâr birbirine geçmiş vücutlar arasında dolanırken ardında titreme bıraktı, bazı gözlerde ise gizli gizli akan gözyaşı. Düşünceler kovalandı akıllardan, bir toz birikintisi gibi etrafa dağıldı. Beklenenin şoku çökmüştü herkesin üzerine, hiçbir zaman kelimelere dökülmeyip sadece yüreklerinde taşıyacakları. Gökyüzü hızla kararmış, hareketlenen bulutlardan sızan ışıklar, sadece yerde yatan bedeni gösteriyordu. Tiyatro sahnesinde görülmesi gereken tek kişiyi işaret eder gibi.
Yüz üstü düşmüştü. Sağ ayağı öne kıvrılmış, yüzükoyun tam da yatağında uzanır gibi yatmıştı yere. Derin bir uykunun son huzursuzluğuydu üzerindeki. Düşmenin etkisi ile burnunu yere çarpmış, sarı bıyıklarının üzeri bir şerit şeklinde kırmızıya boyanmıştı. Kurşun yarasından daha acıydı bu, daha iç burkucu. Temiz, güzel yüzü, insana umut veren mavi gözlerinin ardındaki canlılık sönmüş, dudakları kırmızı bir mumla mühürlenmişti adeta. Artık hiçbir zaman haykıramayacaktı haklılığı.
Bir an için zaman durdu. Gökyüzünden boşalan yağmur, bir düzine güvercini de getirdi yanında. Daire şeklinde cesedin yanına indi hepsi. Etrafını sardılar. Yerde uyuyormuşçasına yatan bedenin çevresinde birkaç tur atarak, kanatları ile yere akan kanı temizlediler. Bulut beyazlığındaki kanatları yavaş yavaş kızıla döndü ve yerde tek bir damla bile kalmayınca, uçmaya başladılar. İçlerinden iri olanı ise cesedin sırtına geçirdi tırnaklarını. Kanatlarını savurarak cesetle birlikte yükselmeye başladı. İnsanlar hayretle olan biteni izliyordu. Kesilen nefesleri, ciğerlerini doldurmaya yetmedi. Delicesine yağan yağmura aldırmadan başlarını göğe dikmiş, hiçbir anı kaçırmamaya çalışıyorlardı. Bazıları ise rahmete sığınarak hıçkırıklarına eklemişlerdi gözyaşlarını. Bulutlaşan düşünceleri olan bitene anlam veremiyordu bir türlü. Cesetten süzülen, güvercinlerin silkeledikleri kan, yağmurla birlikte insanların üzerine damlıyordu. Ve her düştüğü yerde bir hatıra bırakıyordu bedenlerde nesiller boyu sürecek…
Her şey bir anda oldu. Pençeleri cesedin vücuduna iyice geçmiş kuş, göğsüne doğru yaklaştırdı ölü bedeni. Perspektif yanılgısı gibiydi bu. Damlaların ardına saklanan görüntü peteğin örülmesi gibi ustaca birleşerek, net bir görüntü sunuyordu insanlara. Görmekte zorluk çekmeyecekleri. Bulutların ardından sızan güneş, cesedi aydınlatmaya çalışırken, daha şiddetli bir parlaklık kesti önünü. Gözbebekleri yoğun ışığın etkisiyle iyice küçüldü ve irislerinin rengini aldı. İnsanlar ne olup bittiğini görememişlerdi. Yoğun ışık, duygularının bıraktığı gözyaşlarının yanına acının ıslaklığını da eklemişti. Nihayet görme yetilerine tekrar kavuştuklarında tek bir güvercinle göz göze geldiler. Elleri, ayakları, kanatları olan. Güvercin değildi bu. Sanki tüm güvercinler kanatları ile büyük bir çift kanat oluşturmuş, onu da cesedin sırtına takmışlardı. Şimdi devasa bir kuşa dönüşmüş ceset her kanat çırptığında, yağmur damlalarını daha da sert iten rüzgarı, sarhoş edici bir koku bırakmıştı ortaya. Öfke, sevgi, tutku dolu. Kokuyu vücutlarına çeken herkes kısa süreli bir yolculuk yaptı geçmişine. Ceset canlanmıştı, yeniden hayat bulan, gözlerini dünyaya yeni açmış bebek gibi vücudunu gererek silkindi. Rüyanın ortasında olmalıydı herkes. Mavi gözlerindeki parlaklık artmış, bıyıklarının üzerine düşmüş kırmızılık varlığını yitirmişti. Göğsündeki barut izlerinin bıraktığı kara deliklerin olduğu yerde bir dövme belirmişti kalp şekline benzeyen. Ardındaki insanlara baktı, umut beslediği ve sürekli hayal kırıklıklarıyla tanıdığı insanlara. Gülümsedi.
Gülümsemesi bazı vücutlarda can buldu, bazı vücutlar da ise acı. Kanatlarını yavaşça çırparak daha yükseğe, bulutların ardına yükseldi. Artık gözükmüyordu. Terk edilmişlik çöktü insanların üzerine. Kanadından kopan bir tüy süzülerek yere indi. Kendine gelen birkaç kişi tüyü almak için ezdi insanları. Oysa tüy, değdiği toprakta filizlenmeye başlamış, bir zeytin ağacına dönüşmüştü bile.
Siz ne düşünüyorsunuz?