kelimeler bazen doğruları söyler, dilin kıvrak yalanlarına inat. gökyüzü karamıştır, odanın duvarında, parıldayan sokak lambasının yansıması çocukluk korkularımız gibi çöker üzerimize. sığındığımız herşey düşmandan başka birşey değildir… hayatta bir biz varızdır… hek dost ve tek düşman…
oldum olası Aslıyı sevmişimdir, tüm övgüleri kaldırabilecek başladığınan beri aynı çizgide sapmadan yürüyerek hayranlığıma hyranlık katan nadide insanlardan biridir ki müzik piyasasında bu pekte kolay değildir. İlk albümden Sessizce, Ölüm Kapımı Çalmasa Da, Neresindeyim, Nerdesin; ikinci albümden, Tüm Şehir Ağladı, Ödünç Aldığım Tüm Erkeklere, Sen de Unut, Kördüğüm, Artık Sevgilim Değilsin; son albümden ise; Aşkların En Büyüğü, Dergiden Resmini Kopardım, Gitmiş Gibisin, Yardımcı Olmuyor, Yalnızlığım sürekli beynimin içince vızıldayanlar arasında. Çok televizyon izlediğim söylenemez ama Yardımcı Olmuyor’un klibinin olduğu umuduyla youtube’u arattım ve buldum olmasa da zaten birileri bunalım bir klip hazırlayacaktı buna…. İşin garibi genel olarak kötü bir haftaya eşlik eden bu şarkının (ki hala kötü) bana yazıp bitiremediğim bir hikayemi tekrar anımsatması anımsatmadan çok canlandırması oldu… Fiili Yalnızlığımın Geçit Törenleri. Klibin sonunda küçük bir alıntı bulunmakta….
Fiili Yalnızlığımın Geçit Törenleri
Keskin salak gülümsememi çıkarmalıyım artık yüzümden. Hayata her gün yeni bir umutla başlamak; ruhsuz, suratsız, kişisel albenilerden çok, vasıfsız insan topluluklarının parçası olmaktan alı koymalıyım kendimi.
Her şey biraz daha karanlığa itiyor beni. Karanlık yaklaştıkça benliğime açılan kapılardan bir bir giriyorum. Saf beyazın huzuru orada. Sarı benekli odamın duvarlarında hayaletler görüyorum. Soğumaya başlayan odamın içersinde aylardır başucumda bulunan günbegün artıp sıcaklığını hissettiren kapsüllerim samimiyetle gülümsüyor bana. Yanında sevgili dostum diyebileceğim bir yıldan ötedir cüzdanımda taşıdığım, derin bir umutsuzluk anında sırasını bekleyen, paslanmaya yüz tutmuş yarım jiletim. “XCb” gibi harflerle başlayan Rusça isminin parlak gülümsemesi yüzüme yansıyan. Duvarda asılı bir kement, ağzını kocaman açmış dişlerinin ardından dilini savuruyor bana, şuh gülümsemesi içimi acıtıyor bir kez daha. Bu kez becermeliyim, kendimi onların mutluluğuna eşlik edip, sayısızca kez bölünen benliğimi toplamalıyım.
Uyumalıyım.
Bir kez daha küçük bir ölümle alıştırmalıyım kendimi gerçek hayata.
Yine aynı rüya. Bir bar köşesinde sigarasını içen karanlık kadın. İçimde ona karşı ifade edilemez tutkunluğun, saplantı haline dönüştüğünü hissedebiliyorum. Yüzünü hiç net görmedim karbon kağıdıyla çizilmiş bir karakterden ibaret sadece. Biraz daha düşünüp bilinçaltımın, yanılsamalarından küçük karakterler ürettiğimi hatırlatıyorum kendime. Sigarsından bir kez daha çekiyor ve sigarasını tuttuğu uzun parmaklarının dumanla nasıl kırıştırdığını görüyorum. Dirseği göğüs hizasında ve kırık, bileğide tam zıt bir şekilde. Karanlığın duvara vurduğu yansıma, sadece televizyondan gördüğüm bir kuğu şeklinde.
Ne yansımamı görebiliyorum ne de gölgemi, bu lanet olası boktan rüyada, kendimi yalnız hissetmemin tek nedeni bu. Rüyada gezindiğim vakitler içersinde mümkün olduğunca aynanın karşısında olmamaya çalışıyorum. Gerçek hayatta da öyle. Gerçek olmasa da bir kopyamı görmek içimde olan öfkenin açığa çıkmasına neden oluyor. “Kendimden neden bu kadar nefret ediyorum” sorusunu sordukça, mantıklı bir cevap üretemiyorum. Tiksinsem de bu benden benimdi, aslında tamamını soyutlamıştım kendimden bir ruh olarak açığa çıkmak istiyordum ve onlarda beni bekliyordu. Bu lanet olası beden beni içine hapsetmiş iskelet denilen işkence aletleriyle ruhumu kazıyordu yavaş yavaş, yok etmeye çalışıyordu.
….
Dört gibi gözlerimi derin bir baş ağrısıyla açtım. Pencereden çeriye akan sert rüzgar derin bir amonyak kokusu bırakıyordu burnumda. Aton’un doğmasına az kalmıştı, uzun zamandır onun doğuşunu izlememiştim bu benim için bir kayıp değildi elbet, diğer insanlar gibi, ancak içimde bu gün onu görme duygusu ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Bu yüzden dışarı çıkmalıydım ve yaklaşık dört aydır evden dışarı adım atmamıştım. Bu benim için kapımın önüne ördüğüm on metrelik kurmaca duvarın üzerinden atlamam demekti. Bunu başarabilir miydim? Aton için evet!
Kapıdan apartmanın koridoruna adım attığımda ayaklarımın titreyip dizlerimin birbirine vurduğunu hissettim. Küçük bir panik kaplamıştı bedenimi. Midem bulanmaya başlamış, koridorda yayılan koku beyin hücrelerimde ağır tahribatlara yol açmıştı sanki. Başım ağrıyor gözlerim kararıyor içimde sebebini bilmediğim bir his açığa çıkmayı bekleyen bir gaz gibi içerden derimin cephelerine çarpıyor, küçük fare ısırıklarını andıran bir acı hissettiriyordu bedenimde.
….
Aton, tanrıların en büyüğü. Sefil halkın, dayatma tanrısı. Senden büyüğünü görmek, düşünmek olabilecekler arasında tereddütlere düşmek. Ne sıcak yüzün, ne akıl almaz bir düzen üzerinde oynadığın, varlığının dirilişi, için için yanman, bir kıyamet senaryosunda başrol oynaman. Ulaşabilsem sadece vücuduma kazınacak yarıklar için, parçalanacak etler için. Nasıl doğdun, nasıl yaşadın, köhne duvarlar ardında, bu kez bitirelim umutsuzluğunu halkın, bu son cesaretim üzerimdeki. Yavaşça akmaya başlayan sularda…
Siz ne düşünüyorsunuz?