Üst Kültür Yazısı
Yeni yıl beklediğimiz gibi gelmedi. Sadece olumsuzluklardan bahsetmiyorum. Ne kar ne yağmur ne çamur? Hiçbir şey yok. Vakti zamanında karı keyif için beklerken şimdi suyumuz az kaldığı için zorunluluktan istiyoruz. Vay be nereden nereye? Bu arada suyu sev ayıyı öp.
Çok taze bir haberde Türkiye’deki tek ayı barınağındaki ayıların kış uykusuna yatmadığını okudum. Günde 400 kilograma yakın et tüketiyormuş hayvancıklar. E onlara harcanan su? Neyse ki sanırım ben bu durumu telafi ediyorum. Üzerimdeki sürekli uyuşukluk ve uyku hali… Of…
Konu buraya nasıl geldi bilmiyorum ben tam yeni yıl yeni umutlar, pasta, kek, çörekten bahsedecekken içimdeki hangi dürtü bu konuya çekti beni anlamadım. Ama sosyal mesajımızı da vermiş olduk.
Eski zamanlarda -1800’leden bahsetmiyorum tabii- benim küçüklüğümde, yılbaşı dönemleri kar yağar her sabah o engin beyazlığa uyanmaktan keyif alırdım. Sonra kendimi o beyazlığın içine atar yuvarlanır eve döner bir de dayak yerdim. İlki hasta olacağım diye ikincisi ise atladığım yerde göremediğim çıkıntılar sebebi ile bir yerlerimi kanattığım daha çok kıyafetlere zarar verdiğim için. Sonuç kaçınılmaz tabii. Bu burumda ise yapılacak tek şey, evde oturup Noel filmleri izlemek.
Tabii bunların da türlü türlüsü var ama hepsinin içinde olan tek şey Zencefilli Kurabiye Adam. Kurabiyeyi adama benzetme fikri nerde ve ne zaman çıktı acaba? Benim asıl aklımdaki asıl soru ise, “biz yiyeceklerimizi neden hayvan şekline sokuyoruz”. Mesela jelibonlar? Niye ayıcıklı? Sübliminal olarak bilinç altımıza işliyor bu durum ileride ayı yemeye mi hazırlanıyoruz?
Hım, o zaman peki ya adam? O zaman aç kalırsak adam da yeriz. Şimdi bilinç altıma kodlamış oldum bunu. Ama durun bu duruma, bu gidişata dur diyecek biri var!
Ginderdead Man. Süper kahraman ismi gibi değil mi? Tüm hayvan şekilli yiyeceklerin koruyucusu, kurtarıcısı!
The Gingerdead Man
Tabii olay yukarıda bahsettiğim gibi bu kadar toz beyaz değil. Zencefilli kurabiyenin hamuru bile bu kadar beyaz değil. Burada toz pembe mi demeliydim? Zencefilli kurabiyenin hamuruna yakın olur muydu?
The Gingerdead Man ilk kez 2005 yılında karşımıza çıkıyor ki ben bu filmin üzerinde duracağım. Bir efsanenin doğuşu her zaman önemlidir. Akabinde Gingerdead Man 2: Passion of the Crust (2008) ve Gingerdead Man 3: Saturday Night Cleaver (2011) farklı yönetmeler tarafından çekilmiş. Anlaşılan bu efsanenin bitmesine kimsenin gönlü elvermemiş. Sonra ilk filmin yönetmeni Charles Band Gingerdead Man vs Evil Bong adlı bir film yapmış. Ah, Evil Bong’u tanımalısınız favkaladenin de fevkinde bir karakter.
William Butler ilk filmin hikayesini yazmış. Üzerine pek düşünmemiş. Sanıyorum sütü eşliğinde zencefilli ama çöreğini yerken bu fikir gelmiş aklına. Peki ya bu adam bir katil olsa? Kalanını siz düşünün. Bu adamın kafası ısırıyorsunuz, siz ağzınıza aldığınız anda o da küçük sivri dişleriyle dilinizi kemirmeye başlıyor. Ooo, harika. Ama o da olmuyor. Burada Gingerdead Man Çocuk Oyunu’ndaki Chuky ile aynı kaderi paylaşıyor.
Çok azılı ve kötü katilimiz, Millard Findlemeyer polisten kaçarken bir kafeye giriyor ve burada kasayı soymaya çalışırken herkesi öldürmeye başlıyor. Ben film boyunca bu kafedeki bu insanların silah sebebi ile değil Millard’ın kötü kahkahasından dolayı öldüğünü sandım. Buradan tek sağ çıkan ise Sarah oluyor. Sarah oradan kurtuluyor kurtulmasına ama kardeşi ve babası orada ölüyor.
Birden filmde bir zaman akışı oluyor. Ne kadar olduğu, nasıl olduğu belli değil ama bir tek Sarah büyükannesi ile bir fırın açmış orayı işletiyor. Ya da bunlar fırıncı onlara kalmış. Bu esnada kötü adamımız Millard ise Sarah’nın şahitliği ile içeri düşmüş ve idam edilmiş. Gazetede bu haberi okuyor Sarah. Bir intikam yemini etmiş ölürken ama küllere karışmış kendisi. Yani her şey güllük gülistanlık. Ergen Sarah’nın ise klasik kız sorunları var: Erkekler…
Bir gün ne idüğü belli olmayan siyahlar içindeki kadın fırına gelir ve kapıya zencefilli kurabiye karışımı bırakır. Bu kadın kimdir nedir bilmiyorum. Arada kendini gösterip kayboldu. Filmin en gizemli karakteri ve sürekli kim oluğu sorusu aklımda bir yerlerde. Rivayete göre bu kadın Millard’ın annesi. Bir önceki yazıda da demiştim “ana işte ana” diye. Kadıncağız oğlunu diriltmek kanını yere bırakmamak için bu sihirli karışımı el emeği göz nuru ile hazırlamış.
Karışımın tarifi ise şöyle:
- İntikam yemini etmiş ölü külü (tercihen elektrikli sandalyede idam edilmiş)
- Bir tutam toz zencefil (dilerseniz bütün alıp toz haine getirebilirsiniz belki bu daha keyifli olur)
- Tam buğday unu (bu aşamada glütensiz un tavsiye etmiyoruz)
Tabii iş tarif kısmına gelince buna oda sıcaklında su ilave ediyorsunuz ama o işi ben işin uzmanlarına bırakıyorum.
Tam bu karışım nedir ne değildir diye bakarlarken işe bak sen yanda fırında onlara yardım eden yakışıklı çocuk elini keser ve bu karışıma kanı damlar. Aydınlanma yaşadığınızı hissediyorum. O esnana bizim karışım bir köpürür, bir kabarır adeta kendinden geçer. Daha sonra hamur haline getirilir ve Sarah bunu zencefil adam şekline sokar. Vah vah bilmez ki ecelini imal etmiştir.
Tabii iki kan parçasının bu zencefil adama can vereceğini düşünmüyorsunuz değil mi? İşte orada Allah’ın hikmeti devreye giriyor. Kurabiye fırında pişerken birden bir elektrik kaçağı, şimşek çarpması derken bizim insan hali daha yakışıklı olan Millard’ın ruhu meymenetsiz kurabiyenin içine girer. Millard artık Gingerdead Man’dir. Sonrası malum. Film bu dakikadan sonra klasik shasher filmine dönüyor. Tabii öyle bütçe yok oyuncu yok ne olacak? Sakin sakin ilerleyeceğiz.
Böyle doğa üstü olaylardan bahsederken kafamızı kuma gömüp bakmıyoruz. İşin bir de diğer taafı var. Kıt kanaat geçinen esnafımız başında bir Jimmy Dean belası vardır. Bu adam fırının binasını almak ve burayı restoran yapmak istemektedir. Çok zengin olduğu için her türlü baskıyı da küçük esnafımıza yapmaktadır. Lanet olsun dostum. Direnenler sadece bizimkiler kalmıştır. Zengin ve itici ya Jimmiy’nin bir de sarışın şımarık bir kızı ardır. Sarışın aptalımız da tamam.
Aa aslında filmde başka karakter yok gibi. Var mı arttıran?
Nerde kalmıştık. Elimizde ne var? Ete kemiğe bürünmüş (kıtır mı desem?) kanlı canlı hal almış zencefili kurabiye, alkolik bir büyükanne, arkadaş(lar), düşmanlar, çalışan(lar)… Her şey tamam o zaman aksiyon zamanı.
Tüm bu anlattıklarım o kadar uzun sürüyor ki sanki film hiç bitmeyecekmiş gibi…
Artık canlanan Millard hazır kanlılarına da yakınken onları öldürmeye başlıyor. Öldürmekten çok yaralamak diyelim çünkü yeni bedenine daha alışmamış. Ama maşallah şey gibi boyuyla yapmadığı iş yok. Bıçak zaten onun bir uzvu gibi, araba kullanmak, silah çekmek, dövüş etmek diğer yetenekleri arasında. Arkadaş biri de basmadı ya şunun kafasına izmarit ezer gibi…
Şimdi matematiksel hesap yaparsak; karakter az, katil daha acemi, filmin de yarısına geldik ne yapmamız lazım? Bir ton gereksiz muhabbet ve aşk. Açın şimdi Chevauchée Nocturne kafanızı dinleyin.
Yanaşın yanaşın bu arada size bir dedikodu vereyim. Bu Sarah var ya bu Sarah iki arada bir derede düşmanının kızının sevgilisi ile işi pişiriyor. Hem de o kaos ortamında. Bu etik mi şimdi? Yakın arkadaşı olsa olmaz sanırım ama düşmanının sevgilisiyse sanki olur gibi. Zaten kız ölüyor. Aman çocukta bir şeye benzese neyse. Bu arada dikkat ettim filmde sadece kötüler öldü.
Bu cümleden sonucu çaktınız değil mi? Gingerdead Man öldü diye. Karalar bağladık resmen.
Peki size on puanlık uzmanlık sorusu bir zencefil adamı nasıl öldürürsünüz?
Tabii ki yiyip üzerine bir litre süt içerek. Bu şekilde ölüyor Gingerdead. Öyle olduğunu sanıyorlar çünkü aslında kanından hayat bulan sonrada onu yiyen kişi aynı kişi. Karakterin bedenini ele geçiyor bizimki ama filin sonu gelmiş başka aksiyon gereksiz olabilir. Sonrası aynı son. Yakılarak ölüm ama biz biliyoruz ki Gingerdead Man küllerinden doğar ve bir diğer gerçek “yananı görür Allah.”
Siz ne düşünüyorsunuz?