Banknot

Kaan çöken karanlıkla birlikte silinen eşyaların arasından geçerek, sabahın alacakaranlığında başlayan; ince, sessiz yağmurun pencerede bıraktığı kırılımların ardından, kaldırım kenarından yavaşça süzülerek ardına kattığı birkaç yaprak ve sigara izmaritini kanalizasyon menfezine taşıyan suya dikkatlice baktı. Yine buna benzer yağmurlu bir günde hayatında kırılma noktası olan yüz lirayı bulmuştu. Para hala ondaydı. Eskiyip yıpranmasına rağmen hala cüzdanının bir köşesinde duruyordu. Üstüne üstlük ne zaman sıkışıp harcasa, hemen ertesi gün yine bir yüz liralık banknot buluyordu.
İki bin dokuz yılının kasımımın ilk günleriydi. Üniversiteye yeni başlamış, sınıftan birkaç arkadaşı ile birlikte şu an oturdukları evi kiralamışlardı. Cebindeki son parasını da ev için kap kaçak almaya harcadıktan sonra beş parasız kalmış, okula üç buçuk kilometre olan evine yürüyerek gitmek zorunda kalmıştı. Yağmur ince ince rahatsız etmeyecek bir şekilde yağarken, rüzgâr onu ince ince dövüyordu. Yolun ikinci kilometresinde vücudu ıslak bir çamaşırı taşıyormuş gibi tir tir titriyordu. Yerdeki küçük su birikintisinin üzerinden atlamaya çalışırken güzüne ilişen yüz liralık banknot vesilesi ile ayağını birikintinin içine istemsizce sokmuş, tek kuru sayılabilecek yeri olan çorapları da bu vesile ile ıslanmıştı. Aslında bir çorabı diğeri hala kuruydu lakin Kaan için bunun bir önemi yoktu. Bir ayağının kuru olması onun üşümesini engellemiyordu.
Parayı yerden aldığında ısınmıştı sanki. Sıcaklık sağ cebinden tüm vücuduna yayılıyor, Kaan’ın attığı adımlar yere daha sert basıyordu. Kazınan midesinin sesini dinleyerek yol üstündeki esnaf lokantasına girdi. Metal kapının elinde hissettirdiği soğukluk, yüzüne çarpan sıcak hava akımı ile birlikte bitmişti. İçeri girmesi ile birlikte sanki küçük lokantadaki tüm gözler üzerine dikilmişti. Yüzü kızarmıştı tabi bu içerideki sıcakla ilgiliydi.
Kaan çeride oturacak bir yer bakınırken, tezgâh arkasındaki, kısa boylu, al yanaklı, sağ omzunun üzerinde kararmaya başlamış bir havlu olan adam eli ile ona köşede bir masayı gösterdi. Kaan masaya geçti ve ellerini birbirine sürtmeye başladı ısınmaya ihtiyacı vardı. O esnada kısa boylu adam elinde bir tepsi ile gelerek masaya şehriye çorbası, kuru fasulye ve pilav bıraktı. Sipariş vermeyi beklerken yemeklerin gelmesi Kaan’ı şaşırtmıştı ama muhtemelen tezgâh başında yemekleri seçmeye çalışsa o da aynı seçimi yapacak olurdu. Aslında kuru fasulyenin yanına bir başta soğan olsa çokta fena olmazdı.
Yumuşacık ekmeğin hatırı sayılır katkısıyla, karnı iyice doymuştu. Yediklerinin parasını ödemek için şişman garsonun yanına gidip cüzdanını gösterdiğinde adam onu geçiştirmekle yetindi. Kaan yolda bulduğu yüz lirasını cebine atarak kapının ardındaki soğuğa biraz olsun ısınmış olarak kendini bıraktı.
Akşam eve giderken kutlama yapmak için birkaç bira aldı. Kredisinin yatmasına iki gün vardı. Bu iki gün içerisinde yüz lira onu krallar gibi yaşatırdı.
O akşam arkadaşlarıyla biralarını içtiler ve derin bir sohbete daldılar. Ertesi gün gelecek paranın garantisiyle yine içtiler. Yüz liradan kalan son bir lirayı da ekmek alarak kullandı Kaan. Son kahvaltıdan sonra ev arkadaşlarının yüzünü çok sık görmemeye başlamıştı. Kızların gözdesi yağız bir delikanlı olan Mert elini ayağını var olan hayattan çekmiş, kendini odasına kapatmıştı. İsmet ise eve çok fazla uğramıyordu. Mert biri birkaç gün sonra ise evin penceresinden atlayarak ayağını ve kaburgasını kırdı. Evin birinci kat olması onun sadece birkaç kırıkla kurtulmasına sebep olmuştu ama çocuk bir daha eve geri dönmemişti. Kaan da kendisinden bir daha haber alamadı. İsmet ise belediye otobüsüne binmeye çalışırken tekerin altında kalıp can vermişti.
Kaan yeni ev arkadaşları bulmaya çalışsa da sürekli aksilikler çıkıyor ve evde ki yalnızlığına bir türlü çare bulamıyordu. Koca bir yarıyıl kendisine ev arkadaşı aramakla geçmişti ama bulamamıştı. Bulduğu yüz liranın bittiğinin ertesi günü yine yüz lira bulmuştu. Sürekli para bulması onu maddi olarak rahatlatıyordu ama bu sonsuza kadar olacak bir şey değildi. Bir şekilde kendine bir ev arkadaşı bulmalıydı.
Güz tatili geldiğinde Kaan ilesini ziyarete gitti. Giderken yolda bulduğu yüz lirası ile Çorum’dan ailesine leblebi ve kardeşinde de oyuncak aldı. Memleketine vardığında ise cebinde yüz liradan on beş lira kalmıştı. Onunda da taksiye binerek evinin yolunu tuttu. Akşam annesinin özlediği yemeklerinden sonra ailece oturup Kaan’ın getirdiği leblebileri yediler. Sohbet esnasında babasının soğuk esprilerine maruz kaldılar ama içlerinden kimse gülmedi. Babası sinirlenmiş birkaç sert cümle kurarak sitemini dile getirmiş olsa da sinirlerini kemirdiği leblebilerden çıkarmıştı.
Ertesi gece derin bir rüyanın ortasından irkilerek uyandı Kaan. Rüyasında annesi eve geç geldiği için ona kızıyordu. Oysaki bazı arkadaşları eve bile dönmemişlerdi. Üzerindeki bu baskıya bir türlü anlam veremiyordu. Ne de olsa artık on sekizini doldurmuş reşit biriydi. Babasını uyandırmak için o kadar kısık sesle konuşuyorlardı ki, bu konuşmaktan çok bir dudak hareketi ve onu okuma çabasıydı okumaydı. Birkaç öksürük ağır bir kokudan sonra içine daldığı rüyadan çıktı. Belki de kendine gelmesinde soluduğu az miktarda karbon monoksit gazını da etkisi vardı.
Odasından çıkıp kokunun ve duman tabakasının geldiği yöne, salona doğru gittiğinden kendisi de nefes almakta zorluk çekmeye başlamıştı. Lambayı açarak evi aydınlattığında ise hareketsizce anne, baba ve kardeşinin yattığını gördü. O gün soğuk diye babasının diretmesi ile oturma odasına yatmaya karar vermişti annesi, babası ve kardeşi. Ailesinin başına giderek onları şiddetle sarstı. Herhangi bir tepki gelmeyince pencereleri ardına kadar açarak soğuk havanın eve girmesini sağladı ve küçük kardeşini kaptığı gibi karşı komşunun kapısını tekmelemeye başladı. Küçük çocuğun hareketsiz bendeni, iki kolu arasından sıyrılacakken karşı komşuları anlamsız bir ifade ile kapıyı açtı. Kaan kollarındaki hareketsiz bendeni komşularının eline tutuşturduğu gibi eve koştu. Koşarken de “ambulans” diye bağırdı. Anne ve babasını da çekiştirerek dışarıya kadar çıkarmıştı ama ikisinden, hatta üçünden de bir tepki yoktu. Ambulans geldiğinde ise üçü içinde artık çok geçti.
Kaan o günden sonra hiç rüya görmedi. Bazı arkadaşları gördükleri güzel rüyaları anlatmış olsalar bile.
Kaan o gecenin gündüzü ailesinin cenazesi esnasında yine bir yüz lira buldu. Önce almak istemedi, yüz lira onda bir tutku, bir isteğe sebep olmuştu. Sanki almasa tüm varlığı onu terk edecekmiş gibi hissediyordu. Hayattaki tek varlıkları da gitmişti ama sanki o yüz lirayı almamak kendinden de bir şeyler götürecekti. Kısa bir tereddütten sonra parayı cebine attı. Yine bir sıcaklık ve huzur istedi.
Ailesinin definlerinden iki gün sonra artık üç kişiye mezar olmuş evde yalnız kalmıştı. Kuzenlerinden uzaklaşarak odasına geçti. Cebinden yüz lirayı çıkardı ve oynamaya başladı. Bir süre sonra onunla konuştuğunu fark etti. Bir derdi vardı, dile getiremediği. Gitmek istiyordu, kalsa yapacak bir şeyi yoktu. Gidecekti ama öncelikle buradaki işleri halletmesi gerekiyordu. Ölenin ardından kalanlar için en zor işlerde bürokratik işlerdi. Kaan lanet etmişti bu işlerden.
Okuluna ve kiraladığı eve geri döndüğünde, ikinci dönemin yarısı gelmişti. Okula zaman ayırmadı o sene. Okuduğu için babasından bağlanan üç kuruş kendisine yetiyordu. Ailesinin evini de kiraya vermiş üç beş kuruşta oradan geliyor derken hayatta tek başına olan Kaan için yeterli maddiyat sağlanıyordu. Buna rağmen yalnızlığına ortak olması için bir barda çalışmaya başladı.
Bazen okul, bazen işle geçirdiği günleri tek düze akarken Kaan yüz liranın varlığını unutmaya başlamıştı. Para cüzdanının bir köşesinde duruyordu. Günün birinde kendine yeni cüzdan aldığında parayı yeniden fark etti. Elinde parayı evirip çevirirken seri numarasının garipliğini fark etti. Seri numarasının üzerinde O 999 999992 yazıyordu. Daha önce bu karar aynı sayının tekrar ettiği bir banknot görmemişti. Açıkçası önceki bulduğu paraların seri numaralarına da bakmayı akıl etmemişti. Bu sayı ona garip geldi ve parayı saklamayı düşündü. Birkaç gün sonra üzerinde yeterli nakit bulunmadığı için parayı bozdurmak zorunda kaldı. Kaan koleksiyoncu değildi. Bir şeyleri toparlamak gibi bir zevki de yoktu. Zamanında babasından kalan pul koleksiyonunu birkaç yıl süreyle devam ettirmişti ama şu an o koleksiyon neredeydi bilmiyordu.
Ertesi akşam izin günü olduğu için barda tanıştığı birkaç kişi ile içmeye gittiler. Kaan yüz liradan kalan son parayla herkese birer tekila ısmarladı ve gecenin sonu bir şekilde tanımadığı bir evde son buldu. Ertesi gün ise bir değişiklik olsun diye gözlerini açar açmaz okula attı kendini ve akşam yine mesai. Daha sonra barın müdavimi olan ve o gece çıktıkları üç kişi bir daha bara uğramadı. Sonra tekrar bir yüzlük banknot buldu. Parayı iyice inceledi. Seri numarasına baktı. Diğerinden farklıydı. Yine “O” serisiydi ama son iki rakamı diğerinden farklıydı. Diğer parada bol dokuz olduğunu hatırlıyordu Kaan.
Paranın seri numarasını bir yere not aldı. Ertesi gün tüm parayı harcadı. Birkaç gün içerisinde yine para tekrar ona dönmüştü. Hem de bu kez aynı seri numarasıyla. Olan bitene inanamamıştı. Aynı şeyi birkaç kez denedi. Hep aynı seri numarasını farklı yerlerde buluyordu. Biraz araştırma yaptı. “O” serisi banknot hiç basılmamıştı darphane tarafından. Sahte olabileceğini düşündü. Bir gün parayı harcarken başkasının eline geçtiğinde seri numarasının değiştiğini fark etmişti. O paranın para üstleri de hep “O” serisinden geliyordu ona. Bu işte anlam veremediği bir gariplik vardı. Önce korktu. Sonra korkmasını gerektirecek bir şey olmadığını düşündü ve aklından bu düşünceyi attı ve para ile yeni deneyler yapmaya başladı. O sırada takıldıkları ekibin tamamının öldüğünün haberini aldı. Aklında bazı soru işaretleri vardı. Ve bunları çözmesi gerekiyordu.
Bir akşam bara sürekli gelen pek hazzetmediği müşterisi ile bir iddiaya girdi. Bu iddiayı kaybetmek için oynuyordu. Maçın seksenini dakikasında zaten yenilmekte olan Fener için yenecek demişti. Rakip Kasımpaşaydı. İddiası çok da mantıksız değildi. Ancak karşısındakinin Galatasaraylı olması her türlü Fener yenilgisine para saçacağı anlamına geliyordu. Ama burada iddia para değil, akşam çıkışta kokoreçti. İddianın üzerinden çokta geçmemişti ki seksen birinci dakikada Fener üçüncü golü yedi ve maç üç bir bitti.
Kaan, yemeğin parasını bulduğu yüz lirayla ödemiş, üzerinden günler geçmişti. Yüz liranın kalanını da hala cebinde ayrı bir yerde tutuyordu. Müşterisi ise iki günde bir bara gelerek sevimsiz esprilerle galibiyetini dile getiriyordu. Kaan bir süre sonra paranın kalanını da harcadı. Birkaç gün o sevimsiz müşteriyi görmedi, günler haftalara döndü ve bir gün öldüğü haberini aldı.
Aklına para ile ilgili bazı şeyler geliyordu ama emin olamıyordu. Birkaç gün sonra yine banknotu buldu. Üzerindeki seri numara bir düşmüştü. Anı testi birkaç sevimsiz müşterinde daha yaptı. Ta ki ailesinin ölümünü hatırlayana kadar.
Onların ölümlerinde de bir payı olabilir miydi?
Yıllar olmuştu. Yaşadığı ev ile beraber, ruhunun konakçısı bedeni de yaşlanmıştı. Düşünceleri biraz daha oturmuş, zaman zaman ailesinin ölümü sebebi ile kendisini suçlamıştı. Hatta gidip polise teslim olmaya bile çalıştı. Ancak herkes onun bu yaklaşımını acısına ve yalnızlığına bağladı. Hatta sadece ailesi değil, zaman zaman diğer öldürdüklerinin de vicdanına büyük bir baskı yapıyordu. Neyse ki ailesinin istediği gibi okulunu bitirip, iyi bir mühendis olarak işe başlamıştı. Onların istediği gibi biri olduğunu kendine kanıtlamak Kaan’ın kendisine yarattığı bir sığınaktı. Ancak diğer insanlar için kendisini bu şekilde rahatlatamıyordu.
Günlerdir aklında kemirilen düşüncelerin esiri olmuştu. Tam bir şeylerin yerine oturduğunu düşündüğü anda anlam veremediği bir karanlık içini kaplıyor, tüm düşüncelerini, içinde tutamadığı ama neye, nasıl haykıracağını bilemediği için içine gömüyordu. Birkaç gündür uykusuzdu. İşten özel sebeplerden dolayı izin almıştı bir haftalığına ama bir haftanın sonunu getirip getiremeyeceğini bilmiyordu. Yirmi altı yıllık hayatını sürekli gözden geçirdi. Ardına baktığında bir katilden başkasını göremiyordu. İnsanlar gözlerinde sanki ona karşı bir düşmanlık besliyordu, buna rağmen adalet ona bir deli muamelesi yapıp onu salıveriyordu.
Günlerce düşündü. Düşünceler uykusunda büyük bir gedik açıyor, düşen her başı uykusuzluğuna daha fazla dakikalar ekliyordu. Üçüncü gecenin sonunda tüm bu olan bitenleri kendisine verilmiş bir lütuf olarak düşünmeye başladı. Belki bu parayı bir amaç doğrultusunda kullanırsa geçmişteki bütün günahlarından da kurtulabilirdi. Bu düşünceyle rahatlamış bedeni derin bir uykuya daldı.
Rüyasında annesini gördü, onun arkasında da babası duruyordu. Annesi kızarmış gözlerle neden eve gelmediğini sordu Kaan’a. Oysa Kaan evdeydi. Kırmızı gözlerle anne ve babasına bakıyordu. Annesine cevap verdi ama homurtudan başka bir şey bulmadı kendisi de. Odasına geçti. Holden geçerken duvarda asılı aynaya gözü takıldı. Görüntüsü ilk anda ona Entleri anımsattı sonra giderek kendi şeklini aldı.
On sekiz saat sonra uyandığında yeniden doğmuş gibiydi. Aklı berrak, düşüncesi netti. Bu para ona bir şeylerin değiştirmesi için verilmişti.
Adaletin sağlanması…
Bir sonraki hamlesini düşünmeye başladı. Adaleti nasıl sağlayacağını ya da Azrail ile olan ortaklığını.