Başlık 3 – 5

AÇELYA 1

AÇELYA 2

AÇELYA 3

AÇELYA 4

2.

Sabahın en büyük sürpriziydi seni görmek. Soluk kış güneşinde siyah saçlarından yansıyan ışığın sıcaklığıyla güne başlamak. Gülümsemendeki o içime dolan can kırıntısı. Belki bencillik dünyanın var olma sebebini kendime istemem ama çokta değil.

Ardından yürüyorum. Aklim durmuş sadece nasıl tanışabileceğimizin kurgularını canlandırabiliyor. Dünya ise pür dikkat yürüyüşünü izliyor. Kıskanıyorum. Esen rüzgârdan, yağan yağmurdan sana dokunabilen her şeyden. Gözleri oyasım geliyor tek tek.

Bir süre otobüste arkanda oturuyorum. Otobüs sallandıkça, sen sağa sola salıdıkça saçlarının kokusu daha bir doluyor ciğerlerime. Kalp atışım hızlanıyor. Dolaşım sistemimin bayram ettiğini hissediyorum. Daha derin içime çekiyorum. Saçlarını hafifçe deriye atıyorsun. Koltuğun akasına kayıyor bir parçası. Bir kısmı koltuğa tutunmak için uzattığım elimin üzerine düşüyor. Hafif gıdıklanıyorum ancak elimi hareket ettirmiyorum. Bu seninle ilk yakınlaşmamızın temeli.

Zaman ne kadar çabuk geçti, ya da yol ne kadar kısaldı bilmiyorum. Bildiğim tek şey otobüse binmemiz ile senin otobüsten inmen bir oldu. Saatimi kolaçan ettiğimde ise yarım saat geçtiğini fark ettim. Zamanın göreceli bir kavram olduğunu daha iyi anladım o zaman. Bir an için otobüsten inip peşinden gitmeyi istedim. Hatta hareketlendim de. Ne yapabilirdim ki? Uzaktan seni izlemekten başka.
Yoluma devam ettim.

Yağfur ustanın dükkanına vardığımda dükkan yine boştu. Oraya kimsenin gitmediğini düşünmeye başlamıştım. Saate baktığımda onu çeyrek geçiyordu. Dükkanın boş olma ihtimali yüksekti. Kapıdan içeri girdiğimde, kapının sesini duymuş olacak Yağfur usta ördek başı yeşili kapıdan hızlıca çıktı ve ardından kapıyı kapadı. Beni gördüğünde yüzüne bir gülümseme yayıldı.

“O buyur sen mi geldin? Hoş geldin?” Hemen kapının önündeki masayı gösteri. Dün oturduğum masayı. Bende aynı yere oturdum. Çantamı yandaki sandalyeye bıraktım.

“Ben de yeni geldim, ama bu gün döner yok. Et aldığım yerde bir problem çıkmış.” Nasıl yani anlamında bir bakış attım. “Yok öyle korkulacak bir şey değil. Ben özel kesim alıyorum etleri, aldığım adam hasta olduğu için bu gün et yokmuş…”

Midem kazınmaya başlamıştı. Öyle ki sesi kat kat giyindiğim kıyafetlerimin ardından da duyuluyordu. Bunu Yağfur ustada duymuş olacak ki “Açsın sanırım. “dedi. “Sana kahvaltılık bir şeyler getireyim.”

Cevap vermeye fırsat kalmadan yanımdan uzaklaşmıştı. Yaşına göre çevikliği dün de beni şaşırtmıştı, kulaklarının bu kadar iyi duyması da ayrı bir şaşılacak şeydi.

Arkamda kalan ördek başı yeşili kapıdan içeriye girmişti. Kapının açılması ile birlikte küçük dükkanın -hala lokanta diyesim gelmiyor- havası değişmişti. Serin bir ferahlık dolmuştu içeriye. Hafif esen rüzgar titrememe yetmişti ama gelen koku büyülemişti beni.

Yaktığım sigarayı söndürmeden Yağfur usta elinde bir tepsi ile geldi ve tepsiyi masaya bıraktı. Kendisi de karşıma oturdu.
“Ben de acıktım. İnsan erken kalkınca erken acıkıyor. yaşlılık uyuyamıyorun bir türlü.”
Tepside, bol miktarda zeytin, bir kaç çeşit peynir ve haşlanmış yumurta vardı. Bir kaç dilim ekmek, iki bardak çay vardı.
“Hadi bakalım afiyet olsun.” dedi ve yemeğe başladı.
“Eline sağlık sana da.”

Burası sanki ilk defa dün keşfettiğim bir yer değil sürekli müdavimi olduğum bir yer gibiydi. Sanki bir müşteriden öte bir dost mekanıydı burası. Kendimi rahat hissediyorum. Evimdeymiş gibi olmasa da ona yakındı.

Yemek bitene kadar konuşmadık. Kahvaltılıklar da döner kadar güzeldi. Yedikçe yiyesi geliyor insanın. Ancak ayıp olmasın diye bir yerde durdum.

Kahvaltı bitince bir bardak daha çay koyduk. Çaylarımızı içerken Yağfur usta o güzel sarma sigarasından ikram etti. Keyifle içtim. Hatta bana da sigaradan tedarik etmesini istedim. “Bakarız.” dedi sadece. Havadan sudan konuşmaya başladık. Sigara hafif başımı döndürmeye başlamıştı. Bir ara kalktı.
“Bu gün döner yok. Şu tabelayı çevireyimde insanlar boşuna gelmesi.” Tabelayı söyleyene kadar onu fark etmemiştim. Kapıya asılan kırmızı renkli tabelayı çevirdi. O gelirken bana bakan tarafta açık yazısını okudum. Yine karşıma oturdu.
“Erkencisin hayırdır.” dedi. Sanki gerçek konya girmemi bekliyor gibiydi.
“Yo önemli bir şey yok. Dün gece çok iyi uyudum sabah zinde uyandım. Bu taraflara ilk gelişimdi çok beğendim. Dün buradan çıktıktan sonra şöyle bir yürüdüm. İlerde sokağın birinde bir sütun gördüm dikkatimi çekti. Hava kararmaya başlamıştı birde gündüz gözüyle göreyim.” dedim.
“Ha, Arkadius Sütununu diyorsun sen. Çok büyük çok güzel bir sütundur ama görmüşsündür halini. Bir hiç bir şeye bakmıyoruz.”
Sütunun adını öğrenmiştim Bir ihtimal rüyamda gördüğüm sütunu da onlardan öğrenebilirdim.
“O zamanlarda nasıl yapmışlar değil mi? İnsan hayret ediyor yapılanlara.”
“Hayret edilecek ne var evlat. İnsanoğlunun kafasına koyunca yapamayacağı şey yok. Bu bina olur, sütun olur, gözle görülen görülmeyen şey olur…”
“Tabi canım onu demedim ben düşünsene ne vinç var ne kasme makinası. Sen koca sütunu oy bir de havaya kaldır dik. İnsanlar şimdi bile makinalarla zor yapıyor bunu.”
“Her şeyin usulü var tabi evlat. Şimdi insanlar kendi yaptıklarına başvuruyorlar o zaman başka şeylere baş vururlardı.”
“Nasıl yani?” Muhabbet ısınmaya başlamıştı. Birer sigara daha yaktık.
“Teknoloji insanları geliştirdi geliştirmesine ama bu insanları böbürlendirdi. Bir şeyde ilerlerken diğer şeylerde geri kaldılar.”
“Diğer şeyler ne?”
“Teknoloji inancı götürdü evlat. İnançlar yerle bir oldu. Yerle bir olan inançlarda zamanla efsanelere döndü. Mesela senin Arkadius Sütunu. Vakti zamanında onun tepesinde bir melek olduğunu söylerler. Ne zaman çığlık atsa kuşlar yere düşer insanlar düşen kuşları toplar evlerine bu sayede yemek götürürlermiş…”
Bu dün tam da benim başıma gelen olaydı. Onu görmüştüm. Aynı şekilde bir çığlık sesi ve kuşlar yere düşmüştü hatta onları ezilmesinler diye sütunun kaidesinin yanına toplamıştım. Yağfur ustanın anlattıkları ve dün yaşadıklarım bana çok tuhaf gelmişti. Ya hala uyuyordum,yada bu işte bir gariplik vardı.
“… hayırdır daldın.” diye sözünü kesti.
“Yok seni diniliyorum.”
“Ha, işte öyle. İnsanlar orada onun olduğuna inanırlarmış. Şimdi sana bu mantıklı geliyor mu? Teknoloji yada insan oğlunun gelişmesi diyelim buna, inançları bitiriyor. Gün gelecek şu an dünya üzerinde olan inançlar da birer birer efsane olacak. Bak şimdi. Bir ton bina dikiyoruz İstanbul üzerine ama bunun ne amacı var? İnsanlara kalacak yer mi? Yaşayacak yer mi? Ama adamın biri sütun dikmiş, nasıl bir sütunsa artık, üzerinde bir melek insanları besliyor. Bunun gibi bir ton sütun var İstanbul’da. Şimdi dikilen binalar be yapacak? Bak şunlara bunlar insana getirse getirse zebanileri getirir, bırak melekleri.

İstanbul’un durumu kimin geleceği konusunda pek düşüncem yoktu. Ama laf diğer sütunlara uzanmışken konuyu değiştirebilirdim. O ara Yağfur ustanın daldığını gördüm. Bir süre sessiz kaldım.

“Şu diğer sütunlar neymiş?” diye sordum meraklı bir şekilde.
“Türlü türlü. Sineklerden koruyan mı ararsın, yemek dağıtan mı, asker korkutan mı, sevgiliyi ayırıp barıştıran mı? Her türlü mahlukat için birer sütun varmış.”
“Ne yani şimdi insanlar bir şey yapmayıp bu sütunlara gider istedikleri olur muymuş?”
“Öyle değil tabi insanlar yine istedikleri için çalışırlarmış, sütunlar onları gerçekleştirmeleri biçin bir aracıymış. Sen savunma için askeri dikmezden sütun sana ne yapsın?”
“Sende baya bilgiliymişsin bu sütunlar konusunda. Nerede var başka?”
“Öyle vakti zamanında araştırmıştım. Düşünsene her gün bir şeyin önünden geçiyorsun ister istemez orada ne olduğuna kayıtsız kalamıyor insan. Bende o zaman araştırdım ama artık öyle değil. İnsanların içi boşaldı. Artık çoğu kişi etrafına ne var ne yok diye bakmıyor bile…” biraz durdu düşündü. “İstanbul’ın her yeri sütun. Mesela Altımermer’de çok varmış. Zaten bu sütunlardan dolayı oraya Altımermer demişler.
Aradığım sütun Altımermer’de olabilirdi. Bu sebepten dolayı çok fazla ayrıntıya girmedim. Bir süre konuşmadık. Yağfur ustanın yanından ayrıldığımda saat bire geliyordu.

Yola çıktığımda Yağfur ustanın verdiği üç dal sigarayı kendi paketimin içine yerleştirmiştim. Yol üstünde oralarda esnaf olduğun düşündüğüm bir adam Altımermer’e nasıl gideceğimi sordum. Tarif edilen yöne doğru yürümeye başladım. Bir süre etrafı izleyerek yürüdüm. Bir şey düşünmüyordum. Zihnim boştu. Bu boşluk birden bire şarap kokusuyla, şarap sabahtan beri şarap içmediğim fikri dolanmaya başlamıştı aklımda. Susamıştım. Haliyle biraz da üşümüş. Şarap içme isteği birden nüksetti. Ancak sadece şarap. Başka alkollü bir şey değil.

Altımermer’e vardığımda sütunu nasıl bulacağımı bilmiyordum. Dağınık bir şekilde yerleşmiş evlerin arasında kalmış olabilirdi. Yol üstünde bir büfe gördüm ve ortalama bir şaraptan aldım. En ucuzundan alıp şarapçı olarak gösteremedim kendimi. Biraz pahalı şarapların en büyük sorunu mantarı oluyor. Neyse ki yanımda İsviçre Çakısı vardı. Tabi öyle orijinallerinden değil.

Ayaklarım beni sütuna götürmüştü. Onlar götürmüştü çünkü ben bilinçsizce ilerliyordum. Şarabı aldığımdan beri aklımda, bir yerde açıp en azından bir yudum almak vardı. Nihayet sütunu gördüğümde, tam da rüyalarımdaki gibi üzerinde genç kadın erkek kabartmaları vardı. Rüyamdan farklı olarak sütunun kaidesinin altına doğru, sütunun etrafına bir bilezik gibi geçirilmiş büyükçe metal bir kabartma vardı. Burada da bir kadın ve bir erkek öpüşürken resmedilmişti. Daha doğrusu kabartılmıştı.

Sütunun yanına yaklaştım köşesinde bir yükselti buldum ve sırtımdaki çantayı indirdim. Çantadan çıkarmadan şarap şişesinin ucundaki korumayı yırttım. Çakının üzerindeki burguyu açarak mantara sapladım. Mantar kolayca açıldı. Artık bu işte uzmanlaşmaya başlamıştım sanırım. Etrafa bakındım kimse yoktu. Şişeyi poşeti ile birlikte çıkardım ve büyük bir yudum aldım. Şarabın ekşisinin mideme doğru aktığını hissettim ve bunun tadını çıkardım. Yine etrafı kolaçan ettim, kimse yoktu. Bir yudum daha aldım. Etrafta kimse yoktu ama sanki birileri beni izliyordu. Sanki izleniyordum bunu hissetmiştim. Şarabın mantarını şişeye sıkıştırdım Bu açmak kadar olmamıştı beni biraz uğraştırdı. Yağfur ustanın verdiği sigaradan yaktım bir tane ve sütunun etrafında dolanmaya başladım. Kaidenin etrafındaki kabartmara ve şekillere bakıyordum. ve tanıdık bir kabartma gördüm. Sanırım aynısıydı.


Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?