Başlık 3 – 1

Açelya

denizin dibinde karanlıklar gibisin
ışığın içimde saklıdır bilmezsin
hayat artık sensiz akıp gidiyor
senden habersiz sessiz

pembe yeşil güzelim açelya…

Yeni Türkü

Bölüm 1

Muhtemelen seni ne kadar sevdiğimden haberin yoktu. Çoğu zaman kendime de itiraf edemediğimi söylemeliyim. Gençtim. Deli kanlıydım. Klasik kelime oyunlarıyla bezenmiş hal ve tavır içerisindeydim. Sana olan aşkım o zamanlar tükettiğim alkolün etkisi kadardı. Kafam hep iyiydi. İyiydi ve ben hep sana bağlıyordum bunu. Her ne kadar tereddüde düşsem de ayık olduğumda da seviyordum seni. Mesela yazmak. Şurada kelimeleri bir araya getirebiliyorsam bil ki senin sayende. Bir aşk eşe dosta anlatılır ancak; en iyi sırdaş, daha sonra okumayacağını bir köşede sararıp solacak, belki de geri dönüşerek hikayesini unutup yeni hikayeler yazılacak boş sayfalardır. Sayfalar zamanla yerini, samimiyetsiz görünen beyaz bilgisayar ekranlarına bırakır. Ancak pek yapacak bir şey yok. Aslında önemli olan iç dökmektir. Bir monoloğu tatmin edici bir diyaloğa çevirme çabasıdır yazmak. Tabi ki iki kelimeyi ardarda getirdim diye yazmak konusunda ahkam kesmeye başlamayacağım. Bu benim haddim değil.

Seni çok sevmiştim. Belki hala seviyorumdur. Bazen sosyal paylaşım sitelerinde resimlerine bakıyorum, böyle olmamalıydı diyorum.Bir şeyler yanlıştı. Bir şeylerin yanlış olduğunu seziyordum.

Platonik bir aşkın tüm durakları hüzündür, son durak ise içinde ayrılık olan hüzün. Ve biz dört yıl süren bu yolculuğun her durağında bu hüzünden nasiplendik. Ben demeliyim belki de. Senin için her şey yaşanması gereken sıradan bir olaydı. Hikayeyi büyüten ise bendim.

Milenyuma yeni girmiştik. Kendimizi hazır hissediyorduk. O kadar konuşulmuştu ki milenyum sanki dünyanın ani bir evrimle apar topar yeniden kurulacağını düşünmeye başlayacaktık. Mesela bir kaos olacaktı milenyum. Bilgisayarların global anlamda sapıtacağı ve her şeyin sekteye uğrayacağı bir zaman dilimine girecektik. Tabi o dönem öğrenci olunca bilgisayarların saat karmaşasından nasıl nasipleniriz diye bazı kurgular içine de girmiştik. Milenyum acayip olacaktı. hani öyle hayal ettiğimiz gibi değil.

Olmadı tabi. Her şey gibi büyütmüşler bizde inanmışız. Milenyum diye yapılan o kutlamalar falan. Onlara ne demeli. Ama sonra öğrendik ki milenyum hesap yapan birileri tarafından bir yıl sonra diye hesaplanmış. Yani biz havamızı aldık. Havamızı aldık almasına ama çok fazla beklentimizi yükseltmememiz gerektiğini de öğrendik. Yani iki bin yılındaydık ama henüz çok kanal gösteren televizyonlar çıkmamıştı. Hologram yoktu. Arabalar uçamıyordu bile.
Şu bir gerçek ki bizim nesil çok hayalperest büyümüştü.

Zaman konusunda iyi değilim. Kısa süreli yürüyüşlerin bile hesabını tutturamam. Mesela Beşiktaş – Kabataş arasını yüzlerce kez yürümüşümdür ama bu yürüyüşlerin ne kadar zaman tuttuğunu asla bilemem. Süre tutmuşluğum var elbet hemde onlarca kez.Hepsini de unuttum. Aslında hafızam iyidir ama işin içine zaman girince, bir karmaşa hakim oluyor bende. Bazen perspektif duygumu yitirmem gibi.

 

3 Comments

  1. Pingback: Başlık 3 – 2 | Kişisel Depresyon Anları

  2. Pingback: Başlık 3 – 3 | Kişisel Depresyon Anları

  3. Pingback: Başlık 3 – 4 | Kişisel Depresyon Anları

Siz ne düşünüyorsunuz?

Back to Top
%d blogcu bunu beğendi: