sokak biraz daha sessiz. sessizliği yaran tek şey cırcır böceklerinin cırıltısı. sanıyorum cümleyi bu şekilde bitirmeliydim. rüzgar hafifçe esmeye başlamış, eylülün ilk günleri ile birlikte güneş varlığını unutturmaya başlamıştı. arada esen rüzgar dışında beni kendime getirecek bir şey kalmamıştı. tamamıyla düşüncelerimin, hayallerimin esiri olmuştum. bu gün veya yarın ne olacağı hiç umurumda değildi. belki de gerçekleşmeyecek daha büyük hayallerim vardı.
bir sinema filmi gibiydi onlar. büyük bir bilim kurgu karmaşasının içerisinde, gerçekler ister istemez ana fikir olarak vuruluyordu yüzüme, ustaca. sadece bu anlarda perdede gördüğüm halim, anılarım, geleceğim yeteneksizliğimi vuruyordu yüzüme.
uzaklardan bir ses çalındı kulağıma. büyük bir metal yığınının birbirine çarpması gibi. muhtemelen de aralık kalmış bahçe demir kapısı rüzgarın etkisi ise birbirine buruyordu. yada bir köpek kafasını sola doğru yatırmış kapıyı zorluyordu. sonuçta o metalin kapı olma olasılığı yüksekti.
başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir insan olarak doğmak…
her şey ne kadar daha değişik olabilir ki? sokakta yürüyen insanların adımlarının altından toz soluk boruma yapıştığı sürece. hissetmeyle ilgili yeteneğim yok olmaya başladığından beri boğazımdaki kaçıncı gıcık bu… cümleler salınırken amaçsız yerlerine… bana dokunmadan.
bir ümit bir teselli. aynadaki yansımam benden beter. herkes bıraktığın gibi değil elbet. kimi umursarsan üzerinde. kimi tanımazsan bir başka yerde. tek farkımız benim içerisinde kaybolabileceğim hayallere sahip olmam. peki ya onların ellerindekiler? sizin neyiniz var? benim gibi başkalarının bilmediği hayalleriniz mi? sıradan mı demeliyim, ağlamaklı bir şekilde… beklentiler açlık gibi yapışmış doymamaya çalışır bir halde…
Siz ne düşünüyorsunuz?