Gözlerimi nerede açmıştım bilmiyorum. Tek hissettiğim burnuma kokan taze tezek kokusuydu. Ağzımın tadı da bok gibiydi. Şiddetli bir öksürükle birlikte tüm ciğerlerimi yere bıraktım. Şimdi daha iyi hissediyordum. Burnumdan aldığım derin nefesle içinde bulunanları yukarıya çekerek tüm toparlananları soluk borumdan yemek boruma aktardım ve yutkundum. Akşamdan bıraktığım çürük diş kokumdan başka bir şey kalmamıştı artık burnuma dolan.
Hayatı anlamak için hazır hale gelmiştim.
Etrafa bakındım. Derin bir karanlık. Sessizliği dinledikçe, hırıltılı nefesimi daha da bastırmaya çalıştım. Ürkütücüydü. Aldığım nefesten daha ürkütücü. Hareket edebilir miydim bilmiyorum. Ya hareket ederken tahammül edilemez bir ses çıkarırsam ve o kokutucu karanlık beni yutarsa… Temkinli davrandım. Kulaklarımı kabartmış beni cesaretlendirecek en ufak sesi yakalamaya çalışıyordum. Hiçbir şey yoktu. “Zaten çıkacak en ufak bir ses bile benim öteki dünyaya biletim olabilir” diye düşündüm. Karnım ağrımaya başlamıştı. Korktuğum zaman hep karnım ağrırdı. Bir süre sonra ister istemez gaz çıkarmaya başlayacaktım. Kokması mühim değil sesli olmazdı umarım.
Oturduğum yerden kalktım. Doğrulmaya çalışırken yerden aldığım destek elimin ıslanmasına sebep oldu. Parmaklarımı birbirine sürterek bu sıvının ne olduğunu anlamaya çalıştım. Kaygandı. Kokladım. Elimi burnuma yaklaştırdığımda dahi hiçbir şey görmüyordum. Bir hiçtim. Var olduğunu düşünen ama olmayan. Bir düşünce bulutu, en uzak rüzgarda bile savrulacak toz birikintisi. Gerçek miyim diye kendimi yokladım. Ellerimi, vücudumu ayaklarımı, yüzümü…
Her şey tamamdı. Duyularımda çalışıyordu demek ki bir bütündüm. Peki neredeydim ben? Ayaklarımı sürterek bir adım attım. İkinci adımım aynı şekilde oldu. Üçüncüsü ise fazla gecikmedi. Ardından dört, beş, altı. Bir süre sonra saymayı bıraktım. Hatta ve hatta ürkek adımlar atmayı… Artık kendime güveniyordum. Adımlarımın büyümesiyle birlikte nefes alışverişim hızlanmış. Artık koşuyordum, koşuyordum ama bir türlü karanlığın sonunu getirememiştim.
Tam arkamdan bir ses duydum. Geldiğim yönden. Ses içime dolan güveni birden götürdü ve durup dinlemeye koyuldum. Daha da sessizce. Sonra bir ses daha… Tam geldiğim yönden. Ne kadar uzaklaşmıştım bilmiyorum. Keşke saymayı bırakmasaydım. Belki eşit sayıda adımla geldiğim yere geri dönebilirdim. Sahi etrafımda dönmüş müydüm? Hangi yöndü geldiğim? Geldiğim yönden mi geliyordu ses? Ses bir kez daha çınladı kulaklarımda. Bir şeyler dökülüyor gibiydi. Daha sonra hızlandı. Daha çok daha çok. Bir şeyleri kaçırdığımı hissetmeye başladım. Neydi o? Sıklaşan ses arasında bağırmaya çalıştım. Çenem hareket etmiyordu sanki. Peki ya az önce yutkunan, öksüren ben değil miydim? Geldiğim yöne, ya da sese doğru tekrar koçmaya başladım. Bir, iki, üç, dört, beş, altı… yine saymayı bıraktım. Tüm gücümle, hepsi tükenene kadar koştum. Sesler yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Tekrar kokmaya başladım. Kokuyla vücuduma dolan adrenalin ayaklarıma güç vermişti. Birdenbire bir şeye çarptım ve yere yığıldım. Burnumun acısıyla yerde kıvranmaya başladım. Lanet olası koca burun. İçinden bir şeyler çıkmaya başladı. Acıdan başka. Hareket eden. Sinsice vücuduma yayılan. Atabilir miydim onu? Öksürmeye başladım. Her öksürüğüm bir parca bıraktı vücudumdan. Ta ki yok olana kadar.
Siz ne düşünüyorsunuz?