Rahmetli Erol Büyükburç nihayetinde büyük bir saksı olma şerefine erişsede 78 senelik ömrü hayatında kesinlikle saksı olmayıp bunu malumunuz üzre “Ben saksı değilim” diye bağırarak dile getirmişti. Lakin ben aynı tezi savunamayacağım kendim için.
Benden olsa olsa saksı olur. İyi güzel alımlı bir saksı olacağını düşünmüyorum. Çiçekçinin bir köşesinde unutulmuş, zaman zaman şiddetli tekmeleri maruz kalıp çatlamaya başlamış bir saksı. Yada ucuz olduğunu düşündüğümüz büyük ev yapı marketlerinin bir köşesinde kalmış toprağın bile kabul etmediği, sonunun çöp olarak görüldüğü saksı.
Peki böyle bir saksıyı neden imal ederler ki? Bu konuda takdir ilahi diyeceğim. Kurcalamayacağım.
Aslında bu saksı meselesi sadece giriş olacaktı. Lakin görüyorum ki benliğimi o kadar sarmış ki gelişme ve sonuca doğru yelken açmakta.
Cidden ya, bu gün kendimi saksı olarak hissediyorum. Bahar sendromu mu bu? Yoksa her boka taktığımız kulplardan biri mi?
Neyse. Ben neden kendimi saksı olarak hissediyordum? Bahar dedim… Bazı baharlar güzel mesela… Ancak şu bir gerçek ki, aylardır bir şey yazmıyorum. Bu durum da beni fena halde geriyor. Nispeten biraz daha fazla asabi oluyorum ama bu yazmama sebebini yoğun iş ortamına sebep gösteriyorum. Her gün sabah 7’de de kalınmaz ki! Hafta sonu da dahil. Yinede bu bahane olmamalı. Bak şimdi yemeği beklerken cep telefonu üzerinden yazabiliyorum. Nihayetinde bu teknoloji ne için var? Ben niye varım? Bunların hepsi bahane.
Sanırım saksı olma yolunda ilerliyorum.
Eğer bir saksı olsaydım nasıl bir çiçeğe ev sahipliği yapmak istedim acaba?
Akasyalar açarken. Bu da şimdi saksı muhabbeti akabinde aklıma geldi.
Bakın görüyor musunuz? İş yazmaya başlamakla alakalı. Nasıl devamı geliyor…
Neyse yemek soğumasın…
Siz ne düşünüyorsunuz?