Bir süredir kitaplara yer vermiyordum. Bu arada tabiki okuma hızım da düşmüştü. Nedense son dönemlerde okumak ve izlemek eylemlerini aynı anda pek yapamıyorum. Anda dediysem bir yandan okumak bir yandan izlemek değil kastım. İkisini aynı döneme denk getirmek. Aslında okumanın hayal gücünü, izlemekten daha fazla törpülediği doğru ancak tembel biri olarak basite kaçıp ben de her insan oğlu gibi izleme yönüne çekiyorum kendimi bir de son dönemin filmlerini hesaba katarsak tamir körelme eğilimi diyebiliriz buna. Zaten sosyal medya hayatımızının dolu geçecek yanını kaplayarak büyürken boş işlere bir yenisini daha ekliyor. Çoğu zaman kendimi resimlere, kim ne demişler, iki üç kelimelik lafla yazar olmuşlara bakarken buluyorum kendimi. Sanırım sosyal medya sadece araç olarak kullanılmalı reklam yapmalı bolca. Yoksa onlarca yazar kitabı çıksın diye beklerken, hatta bir çok köşe yazarı zaten yazdıklarını kılı kırk yarıp bir araya getirmeye uğraşırken, bir diğeri genç yazar bile yazılmayacak bir yaşta kitap çıkarıp, üstelik bu kitabın İngilizce baskısı da olup, bir kesim de okunuyor ve sonrası malum. O böyleyse bizim Nobel ödüllü yazarımız hayal bile etmek istemiyorum.
Yine yıl ortasını geçtik. Yedinci ayın içerisi yani bu tarihten iki gün önce doğum günümdü. Aslında yaş ilerledikçe doğum gününü pek sallamıyorsun. Gerçi ben hiç sallamamıştım ve bunun biraz da yetiştiği çevre ve yetiştirilmektedir tarzı ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Velhasıl kelam geriye baktığımda ne doldurduğum konmak tartışmalı. Üniversiten eski bir arkadaşımla bu doğum günü vesilesi ile konuştuk. Muhtemelen yazım konusunda bana en çok güvenen kişilerden biridir kendisi. Öyle ki ben bile kendime o kadar güvenmiyorum. Yada bu cümlelere birer geçmiş takısı ekleyelim. Yanlış tercih yaptığımı söyledi ama memlekette kimse doğru tercih yapamıyor malesef. Ben onun bu cümlelerini genelleyerek savuştursam da gerçekten katamadığım aşklar.
Bir yazarın yalnızlığına büründüm ama kelimelerine sahip çıkmadım. Benim tarafta olan bu ve metrelerle sayılabilecek bir alana sıkıştırdım kendimi, görüyor, duyuyor, izliyordum, herkes gibi ben de alıyordum o karanlığı aklımın derinliklerine ve yavaş yavaş ölüyordu hayallerim ve o karanlık bir çırpıda kapladı tüm bedenimi. Sonuç malum: itaat et, tüket, tv izle…
Şimdi hazır yolun yarısını da kat etmişken, arasıra herkesin olmanı düşündüğü gibi yaşadın zaten diyorum. Bir adım atmaya çalışırken bir ‘mani’ bir ‘fobi’engel olmaya çalışıyor bana. Biraz daha anlamaya çalışıyorum kişisel gelişim kitaplarının süksesini. Şekil değiştirmeli, bozarmalıyım. Olgunlaştım sayılır. Umu..u..m sesim böyle kısık.
Aslında bu yazı bir kitap tanıtım yazısı olacaktı çığırından çıktı. Kitapları harcamamak lazım bir sonraki yazı o olsun…
Siz ne düşünüyorsunuz?