Zaman zaman yakın dostlarım ne zaman kitap çıkaracağımı sorgular. Bir o kadar yakın dediklerimin ise yazdığımdan bile haberleri yoktur. Bu çelişkili dünyamda bende çelişkiler yumağıyım bir nevi. Tanıyanlar biliyordur ama tanımayanlar için söyleyeyim tam yumak kıvamındayım. Bir yerde daha öncede yazdım çift kişiliğim giriyor devreye. Bir yandan bir kitabın olsun istiyorum, diğer bir yandan da boşvereyim diyorum. Beklentiler belli. Yazamayacağımdan değil belki yazdıklarımı kendime nasıl kabullendireceğim asıl sorun.
Sonuçta yazmak güzel şey ve yazdıklarının okunması. Şimdi burada kimse ukumasa da ben yazarım miti gütsem de okunmak gurur okşayıcı. Birde kitaplarınızın olduğunu düşünsenize…
Adı malum avmlerin adı malum kitapçılarının birinde kitap bakarken, gözüme ilişen imza günü afişleri ile hareketlenmesini beklediğim dükkandan bir an önce birşeyler alıp gitme duygusuyla yüzyüzeyken kitabı bulmaya çalışmak yerine onu bulmak için görevli aramam bir hayli zaman kaybeymemi sağlamıştı. Afişe belirtilen saati yarım saat gelen imza zamanı yazarın bir masada oturması ve telefonu ile ilgilenmesiyle devam ediyordu. İmza için bekleyen bir Allah’ın kulu yok. Öyle ki onlarca denebilecek kitabı varmış yazarın biri dizi bile olmuş. Ben tanımıyorum görmüştüm ama tarzım olmadığı için kitabı okumamıştım.
Ben de merakla gelen giden olacak mı diye bekledim. Bir ara ben mi gitsem acaba diye düşündüm. Çay kahve olayına bile girer durumu geyiğe bile çevirebilirdik. Malesef ben o kadar sosyal değilim. Biraz takıldıktan sonra kitapçıyı terk ettim. Tabi iyi yada kötü yazarlara daha doğrusu kitaplara verdiğimiz değer bu.
Yazar her halükarda yalnızdır. Bu bilinçli bir yalnızlık olsa da aslında yalnızlığa toplum iter onları.
Böyle kendimi ortaokul sırasında hocanın verdiği kompozisyon yazmaya çalışan bir öğrenci gibi hissettim kendimi. Aslında bu yazı dün bitmeliydi. Bugüne sarkınca düşük not…
Siz ne düşünüyorsunuz?