Sakız ağacı sokaktan yürümeye başladığımda, kızdıran güneş, çalışan kaslarımla ateş kat sayımı yükseltirken, küçük cehennem provaları yaptığımın bilinci zihnimi açık tutmaya yetiyordu. Güneş yaz ortası gibi tepedeydi. Doktorlara uymuş saat altıya yaklaşırken yola çıkmıştım. Güneşin tepeden inmesine saatler kalmış, kararan hava ile birlikte havanın serinleyeceğini düşünüyordum. Tabi şu yolu bitirene kadar erimezsem.
Etrafıma baktığımda gördüğüm şey duvarlardan ibaretti. Tek yeşillik, kaldırım kenarlarında, kaçak yapılara imrenerek çıkmış otlardı. Bazı bölümler biraz daha büyüktü. Bir bunlara üstüne basılmayacak çimlerin olduğu parklar adını vermiştik. Peki üzerimizden elektriğimizi nasıl atacağız. Dokunduğum her yerde çarpıldığımı belirtmek isterim. Dayak yemeyeceğimden emin olsam biri ile kavga etmeye teşebbüs edebilirdim. Ama üzerindeki elektriği atmanın en kolay yolu küfretmek o da başka bir şey. Birde çimlere basamıyorsak pekala işeyebiliriz. Sonuçta sıvı iletkendir. Edepsizliğe uzanacak son cümleleri, yazıdan çıkarabiliriz aslında. Herhangi bir cezaya gebe kalmayalım. Gebe de dedim.
Dik yokuş boyunca sağda solda, beton binalar uzanıyordu. Gözüme ilişen iki ağaç dallarını sağa – sola, ileri – geri sallamaya çabalıyordu. Belli ki gösterdiği efor onunda terlemesine sebep oluyordu. Çok değil yüz yıl öncesi atalarının buralarda nasıl salındığını dinlemişti belkide. Düşüncesi bile serinletici. Sağlı sollu ağaçlar ve patika bir yolda ilerliyorum. Hava kararmaya başlamış. Ağaç dallarından kuş sesleri yandan akan küçük derenin fısıltısına karışmış.
Derenin varlığı biraz daha serinletiyor beni. Yönümü ona yaklaşacak şekilde değiştiriyorum. Akan su eşliğinde küçük taşlar, yavaşça sekiyor. Dereye yaklaştıkça serinlik daha vuruyor bedenime. Biraz başım dönüyor. Soluklanmak için diz çöküyorum. Ellerimde bir titreme, gözlerimde bir kararma erken inen gecenin habercisi gibi. Titreme ile gecenin ne alakası var anlamış değilim. Kafamı sola doğru çevirdiğimde küçük bir kabağın geldiğini görüyorum. Üzerinde ağız göz oyulmuş. Şu cadılar bayramında Amerikalıların yaptığı gibi. Ancak bu o kadar ürkütücü değil. Ardından bir çocuğun koşacağını düşünüyorum. Ancak kimse yok. Kabak önümden geçerken bana biraz daha gülümsüyor, kan kusarak.
Bu şekilde olmamalıydı…
Siz ne düşünüyorsunuz?