Evet, aslında bunları daha önce okumuş ve Instagram’da paylaşmıştım. (Bu Instagram da çok oldu ama) Sorma dedim ki burada da olsun. Hem neden olmasın ki? Gerçi kitaplar hakkındaki düşüncelerimi resim üzerine yazmışım bunlara ekleyecek bir şeyim yok. O sebeple kitap arkalarını yanlarına ekliyorum.
Çok gariptir ki ek olarak laf edecek bir şeyim de yok şu an. Sanıyorum henüz bir şeyler birikmedi. Ya da bu satırları telefondan yazıyorum diye tam odaklanamadım. (Bunları anlatırken bile uzattım sanki, neyse sustum.) O zaman kitaplar.
Şüpheli Şeylerin Keşfi – Bihter Sabanoğlu
Her gün çehresi değişen kadim kenti farklı birgözle izliyor Bihter Sabanoğlu.
Tesadüf süsü verilmiş bir karşılaşmanınardından eski mektuplar kutulardan çıkıyor vegeçmiş ile şimdi arasında bir yolculuk başlıyor.Bu, sadece karakterlerin yer aldığı bir yolculukda değil üstelik. İstanbul’un tarihi mekânları da Ayla ile Edhem’eeşlik ediyor.
29 gün çeken bir Şubat ayı boyunca sürenroman birbirini hiç görmeseler de beraberbüyümüş iki insanın geçmiş ve olası intiharlarıngölgesinde bir araya gelmesine odaklanıyor.
Karagümrük Stadı’na yani Çukurbostan’a bakanpencerede bir ses. “Çıp çıp çıp, çı çıp, çı çıp, çıçıp.” Mektuplar annelik hakkında ne anlatabilirki? “Çıp çıp çıp, çı çıp, çı çıp, çı çıp.” Bizans’ınpeşindeyiz ama o da sanki bizim peşimizde.“Çıp çıp çıp, çı çıp, çı çıp, çı çıp.” Geçmişinsihirli kutusu açıldığında, Ayla ve Edhem biraraya gelip her şeyi anlatacak. “Çıp çıp çıp, çıçıp, çı çıp, çı çıp.”
Tiamat – İhsan Oktay Anar
“Başlangıçta her şey soğuk, boş ve anlamsızdı. Kutsal Rüzgâr sular üzerinde okşar gibi anaforlarla esiyor, güneş ve ayın, burçlar ve yıldızların henüz yaratılmadığı zifirî gecede, gözleri mucizevî bir dokunuşla açılmış halde bizzat kendini, yani
karanlığın yine ta kendisini gören kör tabiatı sanki teselli ediyordu.
Onun uyanıp cisimleşmiş hâli olan diğer çelik canavarın belirsiz silueti ise satıhtaki zayıf aydınlığın hemen altında âdeta kımıltısızdı.”
İhsan Oktay Anar’ın derin denizlerde kurduğu âlemde, o belirsiz, kımıltısız siluetin hem içinde hem dışında, olağanüstü bir hikâyede, hikâyeyiz.
A-71 – İskender Pala
“Peki kim kalbin akıldan daha önemsiz olduğunu söyleyebilir ki? Sana evrendeki düzenin tıpkı kan dolaşımı gibi kalbi esas aldığını, her şeyin kalple anlaşılabileceğini, evreni açıklamak için aklın yetersiz kalacağını ama kalp ile yapılan yönelişlerin kâinattaki düzene uyum sağladığını nasıl anlatmalıyım, bilemiyorum. Aklınla sihirbazlık düzenekleri kurabilirsin ama kalbinle sihir yapabilirsin. Akıl bir depremin rakamsal şiddetini ölçebilir ama kalp rakamın neden öyle takdir edildiğine vâkıf olur. Akıl sahnelenen oyunu izah eder, kalp oyunun yazarını anlamanın peşindedir. Akıl hadiseleri açıklar, kalp ise hadiselerin perde arkasındaki sebebi. Akıl bilgidir, kalpse bilgelik.”
Yıl 2023, Sina Çölü’nde bir uçak düşer. Yolculardan bazıları son derece gizli ve esrarengiz ilişkiler ağının parçasıdır. Bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen kimi okültist ve evanjelik üst akıllar, dijital ağların patronları, güç odaklarına bağlı insan hakları dernekleri, medya aktörleri, terörist örgütler ve coğrafyanın savrulan insanları, gençler, bebekler…
Elinizdeki roman, değişmekte olan ve daha da değiştirilmek istenen dünyanın gelecek kodlarını, nano teknolojinin hakimiyeti ile kalbi arasında sıkışmış bir delikanlının kaderine kilitleyen nefes nefese bir hikâye; A-71’in hikâyesi. Viyana Kuşatması’ndan 2071’e uzanan bir macera.
İskender Pala’nın her zamanki yetkin kaleminden…
Zamir – Hakan Günday
Yeni bir binyılın arifesinde, Birinci Dünya Barışı Vakfı’nda çalışan Zamir’in görevi ne pahasına olursa olsun savaşları durdurmaktır. Baş döndüren barış senaryoları, komplolar ve mücadeleler içinde Zamir şu soruya yanıt arar: İnsan nasıl barışır?
“Demek ki bu evrende her şey bir şarapnel. Ve genişlemekte olan, aslında bir şarapnel bulutu. Demek ki Samanyolu ve içindeki güneş ve etrafındaki dünya ve üzerindeki insan ve aklındaki her şey bir şarapnel. Düşüncesi, inancı, duygusu, icadı, hepsi. Demek ki insan insana saplanmak için var… Zaten öyle olmasaydı bu kitap olmazdı.”
Siz ne düşünüyorsunuz?