Bu hafta için daha sakin, yumuşak filmler seçtim. Hatta bazıları için ayrı bir yazı yazmak istiyordum ama buraya sıkıştırmak daha mantıklı geldi bana. Böylece zamanımı da yönetmiş olurum.
1. Pet Sematary: Bloodlines: Hayvan Mezarlığı’nın Kökenlerine Dönüş
2019 yapımı ‘Hayvan Mezarlığı’ filminin devamı niteliğinde olan ‘Bloodline,’ hikayesini zaten ilk filmden ve romandan biliyoruz. Judson Crandall’ın geçmişte yaşadığı ve bize anlattığı hikaye karşımıza çıkıyor. Ancak ne bir detay ne de daha fazla açıklayıcı bir sahne bulunuyor filmin içinde. Hal böyle olunca klasik korku filmlerinin bir tık ötesine geçmiyor.
Sadece bu topraklardaki kötülüğün artması nedeniyle yerlilerin bölgeyi terk etmesine ve Beyazlar’ın bu bölgeye yerleşmesine değiniliyor. Sonrası ise kötülüğü görünce onu gizlemeye and içmiş ailelerin hikayesi.
Film, psikolojik bir derinlik sunacakmış gibi başlasa da sonunda klasik bir korku filmine dönüşüyor. Korkutabildiği de tartışılır. Yine de ana hikaye hatırına izleniyor işte.
2. Bogeyman: Aynı şeyleri yeniden Çekelim
Yine bir Stephen King eserinden uyarlanan bir filmle karşı karşıyayız. Korku filmlerine olan ilgim nedeniyle sürekli bu türü izlemekle beraber, yeni bir versiyonu izlerken her zaman bir şeyler bekliyorum. Başlangıçta, karanlık ve gizemli bir hikaye sunma vaadiyle başlayan film, ilerledikçe sıradan bir yapım olduğunu kanıtlıyor.
Çekim teknikleri ve ışık kullanımı oldukça basit ve diğer korku filmlerinden pek farklı değil. Ayrıca film, korkutucu da değil. Tamam ben de tir tir titreyelim demiyorum ama eli yüzü düzgün, senaryo, oyunculuk, gerilim de hakkımız. O da yok.
Bu tür filmlerde sürekli elektrik kesintileri yaşanmasına neden, Amerika’da böyle bir sorun mu var? Ve neden karakterler gece yarısı ışıklarını açmadan geziyorlar? En basitinden geçelim bunları.
3. The Pope’s Exorcist: Russel Crowe’lu Bir Şeytan Çıkarma
Film, hikaye anlamında aslında sıradan bir şeytan çıkarma filminden öteye gitmiyor. Korkutma unsuru da oldukça zayıf. Ancak işte, Russel Crowe’un bu yapımın içine dahil olması, filme biraz daha ciddiyet kazandırıyor. Anlatımı, oyunculuklar ve üzerine konuşulan bazı ufak tefek detaylar, filmi izlenebilir kılıyor.
Tabii ki, bazı eleştirilere değinmeden geçmek olmaz. Diğer eleştirilere baktığımda, insanların çoğunlukla Crowe’un İtalyancasına takıldığını görüyorum. Ben kişisel olarak bu ayrıntıya çok fazla takılmadım. Tek takıldığım konu, hala klasik anlamda bir şeytan çıkarma hikayesinin işlenmesi ve ayinlerin eksikliği. Daha fazla ince detaylar eklemek, filmi daha çekici hale getirebilirdi.
4. The Portable Door: Arada kaynamış tatlı bir fantastik film
Tom Holt’un yazdığı ve 6 kitaptan oluşan “J. E. Wells & Co.” isimli fantastik serinin ilk kitabından uyarlanan bu film, düşük bütçesi olmasına rağmen iyi oyuncuları ve oyunculuklarıyla keyifli bir izlenim sunuyor.
Evet, film düşük bütçeli bir yapım. Makyaj ve efektler çoğu zaman sırıtıyor, ancak yine de hikaye ve anlatım bakımından sizi oldukça tatmin ediyor.
Hikaye aslında günümüz dünyasında geçiyor. Ne olduğu belli olmayan büyük bir şirkette işe başlayan kahramanımız, dünyada tesadüfün olmadığını ve her şeyin işe başladığı şirket tarafından yönetildiğini öğrenir. Tabii şirketin CEO’sunun da gizemli bir planı vardır.
The Portable Door alt metinde özgür iradeyi anlatan keyifli bir film.
5. The Fall of the House of Usher: Nadir bulunan poe uyarlamaları
Merakla beklediğim ve bir güne sıkıştırarak izlediğim Edgar Allan Poe’nun aynı isimli öyküsünden uyarlanan “Usher Evi’nin Çöküşü” hakkında bir derecelendirme yapmaya çalışsam da bunu beceremediğimi söylemem gerekiyor. Dizinin arkasındaki Mike Flanagan ismi de beklentilerimi yükseltmedi desem yalan olur… Ama sanıyorum günün sonunda izlerken hikayenin aktığını ve keyif aldığımı söyleyebilirim.
Tabii şimdi Flanagan’ın tekniğine, bir izleyici olarak hakim olunca, bu dizide de bolca onun izlerini gördük. Ayna kullanımı, karanlık renkler, yüksek sesler, hatta oyuncular… Bir önceki yapımlarının benzeri…
Ara sıra sahneler sıçratmasına rağmen dizi için sadece bir korku dizisi demek zor. Daha çok psikolojik gerilim diyebiliriz. Hikaye günümüzde geçiyor ve günümüze uyarlamasındaki dengeyi başarılı buldum. Elbette Poe’nun ana hikayesine bağlı kalıyor, ancak tam anlamıyla bir Poe uyarlaması olmadığını söyleyebiliriz. Hikayeyi daha cazip hale getirmek için her bölümün adını farklı bir Poe hikayesinden almış ve karakterlerin ölümleri de bu hikayelerle paralel olarak gerçekleşiyor.
Diziyi Başarılı buldum. Sonuçta, Poe izleri var.
Bonus
Do Not Disturb: Karanlık Bir Film
Cem Yılmaz’ın son filmi hakkında o kadar çok şey söylendi ve o kadar popüler ki, ben öyle büyük bir analiz yapmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyeceğim: Ben filmi çok başarılı buldum. Senaryosu üzerinde düşünülmüş, başarılı bir şekilde işlenmiş. Karakterler de aynı şekilde. Film görsel olarak iyi, mekan tasarımları ben filmi izlerken oldukça keyif aldım. Bence Cem Yılmaz sinemada doğru yolda.
Dungeons & Dragons: Honor Among Thieves: Bu Bütçeye Böyle Bir Film
Dungeons & Dragons aslında bir oyunmuş. Bu film de bir oyun uyarlaması haliyle. Ben de öyle vakit geçirmek için filmi izlemeye başladım. Hikaye bize farklı bir şey sunmuyor ama o kadar makyaj, efekt ve harcanan para düşününce şaşırdım kaldım. Evet, arada kalmış bir yapım adından söz ettirmese de hikaye akıcı ve keyifli. Can sıkıntısına birebir.
Siz ne düşünüyorsunuz?