Üç günlük bahar tatili fikri hele hele şehir değiştirme olunca işin sonunda beni bayağı neşelendirmişti. Tabi doğruyu söylemek gerekirse bu kısa tatile üç bayanla gitmek tatile gitme fikrinin asıl sevinç kaynağıydı. Üç gün için medeniyetin pek girmediğini düşündüğüm bir dağ köyünde yer ayırtmıştık. Bu işleri pek beceremediğimden dolayı bütün organizasyonu kızlara bırakmış tek erkek olmanın verdiği egoyla kendimi onların eline bırakmış, hizmet, hadi biraz daha açık olayım daha büyük zevkler bekliyordum.
Uzun ağaçların arasından geçerek köye vardığımızda ortalıkta pek insan yoktu. Ancak beklediğim gibi de medeniyet dışı bir yer değildi. İç içe geçmiş evler Istanbul’un herhangi bir kesitinden farksızdı. Bu yerleşim alanları içerisinde ev büyüğü olan bizim kalacağımız yerdi. Mustafa’nın Yeri. Ben henüz Mustafa denen kişiyi görmemiştim. Demet elinde anahtarlarla gelmiş bu büyük evin yanından uzaklaşıp etrafına yayılmış sıkışık evlerden birine gittik. İşin en güzel tarafı burada oda yerine ev kiralanıyor olmasıydı. Evler ahşaptı. Yani hava karardığında sürekli bir korku filminin içerisinde kendimizi hissetmemiz olasıydı. Bu bende tarifsiz duygulara sebebiyet veriyordu. Anlayacağınız çok zevkli bir tatilin arifesindeydim ve tadımı hiç bir şey kaçıramazdı.
Üç kızla geldiğimi söylemiştim. Onlardan da bahsetmek lazım ama ben öyle kişisel tefsirler yapabilen biri değilim o yüzden bu bölümü es geçiyorum. Girdiğimiz ev üç kaylıydı. Hatta biz buna iki buçuk katlı diyebiliriz. Son kat çatı katıydı. Onun haricinde, İlk girişte geniş bir sofa ona bağlı kapılardan da mutfak ve bir yatak odasına gidilebiliyordu. İkinci katta ise üç tane ayrı oda vardı. Aslında evde bu kadar oda olması canımı sıkmamışta değildi ama sonuçta ahşap bir evin neyine güvenebilirsiniz ki? Babaannem küçükken ahşap evlerin gıcırdamasının sebebinin ağaçların ruhlarının eski bedenlerine girmeye çalışmasından olduğunu söylerdi. O zamanlar bana bu gerçek gibi gelip korksam da şimdi bunun gerçek olmadığını biliyordum. Bunun içinde bulunduğumuz ortamda anlatılması aslında işe heyecan da katabilirdi. Şimdi fark ettim ki bu cümle bilinç altıma o kadar işlemiş olmalı ki hiç bir ağaca zarar vermedim…
İnanlar yeni girdikleri yerleri keşfederken ürkek olurlar. Kızlarda öyleydi. Çatı katının kapısını ilk ben açtığım için oda benim olmuştu. Bir süre aralarında benim en alt katta yatıp dışarıdan gelebilecek kötülüklere karşı onları korumam gerektiği hakkında cümleler kurdular ama ben pek oralı olmadım Sadece gülümseyerek “damızlık aygır gibiyim sizin beni korumanız lazım” dedim.
Oda paylaşımları bitip yerleştiğimizde havanın kararmasına iki saat kalmıştı. Zaten bu köy fazla güneş almıyordu. sürekli loş bir ışık bulutların arasından süzülüyor insanı çok rahatsız etmiyordu. Yatağa uzanmış, odanın tavanını incelerken aşağıda yaşanan bağırtı ayaklanıp olay yerine koşturmama sebep oldu…
Aşağıya indiğimde bağrışma bitmiş iki kız hızlı bir şekilde üslerine montlarını giyiyorlardı. “Ne oldu?” soruma, “o kaltak “cd”mi çaldı.
“Ne CD’si, hangi kaltak?” cümlemi bitirmeden kendimi montumu sırtıma geçirmiş kızların peşinden giderken buldum. O kadar hızlı gidiyorlardı ki, mayışmış vücudum kendile gelip hareket edememişti bile. Arkalarından sürekli “ne oldu” diye sesleniyordum. Yaklaşık seksen derece eğik bir tepenin önünde durduk. Aslında bu tepe de değildi. Ardına saklandığımız dağın yamacıydı. Yaklaşık on metrelik bir yükseklikte birinin hareket ettiğini gördüm. kızlar işte orada, nasıl çıkmış hemen diye bağırmaya başladılar. O kızı bende görmüştüm ama o kız bizimle gelen kızdı. Siyah düz saçlı, sakları omuz hizasında kesilmişti. Üzerindeki montla küçük bir fıçıya benziyordu ancak montun içindekileri henüz görmemiştim. Yanlarına gelip nefes nefese sordum.
“Arkadaşınız değil mi o nasıl olsa gelecek neden peşinden koşturup duruyorsunuz…”
“Gelmez o kaltak” dedi”ben şuradan gidiyorum belki çıkacak yer vardır” diyerek sola doğru gözden uzaklaşıncaya dek koşmaya başladı. Ya çok hızlı koşuyordu ya da ben o ara esen rüzgarda gözlerimi kapattığım için tam olarak görememiştim. Diğer kız bana baktı.
“Şuradan çıkabiliriz gel” dedi ileride düz bir yamacı göstererek ve tırmanmaya başladı. Arkasından homurdanmaya devam ediyordum ama beni duyduğundan emin bile değilim. Hızlıca tepeye kadar tırmandı. Bense daha yarı yolda tıkanmıştım. Hani çıktığımız yamaçta pek düzgün değildi.Kayalık dağa tırmansam eminim bu kadar zorlanmazdım.
Son hamlem kalmıştı. Elimi yarım metre yukarımdaki ağaç dalına uzatırsam yukarıya kendimi çekebilecektim ama şuraya tırmandığımdan beri üzerime çöken korku daha da artmıştı. Kız yeşil gözlerini bana dikti. “Hadi çabuk” diye ekledi ardından. Kendimi hızlı bir hareketle yukarıya attığımda diğer kızında orada olduğunu gördüm. “Şöyle gidelim” diye kararlaştırdılar ve yürüdüler… “Arkalarından “dinlenelim” diye seslensem de yine kendi kendimi dinler buldum. Aslında düşünüyorumda bir erkek olarak onları benim peşime takmam lazımdı. Kendimi toparladım derin bir nefes aldım. Gün ışığı daha da azalmaya başlamıştı. Kızların peşinden gidiyordum. Hızlanarak önlerine geçtim ve durdum.
“Biri bana neler olduğunu anlatacak mı?”
Yeşil gözlü olan kız bana baktı “cdmi çaldı” dedi.
“Onu biliyoruz da, bi cd için mi bu kadar dolanıyoruz. sonuçta alan da sizin arkadaşınız. Ben mi getirdim onu…”
Yürümeye devam ettiler bende yanlarında onlara eşlik ettim.
Bir süre yürüdük. Ahşaptan yapılmış bir kaç ev gördük. Hayır, hayır merdiven gibi evler yukarıya doğru çıkıyordu. Saydığım kadarıyla elli hane vardı. Sokaklardan birine girdik. gözüme ilk ilişen, beyaz gömlek siyah kot pantolonlu esmer bir erkek oldu. Yakışıklı olduğundan değil. Beyaz gömleğin üç düğmesini açmıştı. Göğsünden fırlayan bir kaç kıl belli bile olmuyordu. Evin eşiğine oturmuş, elindeki bir dalın ucunu sivriltiyordu. Ona doğru yaklaştık. Başını hafifçe kaldırıp bize baktı. Eliyle ileriye gitmemiz anlamında işaret yaptı.
Biraz daha yürüdük. an şekilde giyinmiş hatta birbirlerine çok benzeyen birkaç gençle daha karşılaştık. Yeşil gözlü kız tam ortalarında sanki onların lideriymiş gibi duran adama yaklaştı. “Birini arıyoruz.” dedi. Adam başını kaldırdı. İlginç olan hepsinin bir ağaç dalını yontmasıydı. “Burada yok” dedi.
Kız “aradığımızın kim olduğunu bile bilmiyorsun” diye yanıtladı onu…
Adam aynı ses tonuyla “burada yok” dedi.
Bir süre sessizlik oldu. İçimde bir huzursuzluk vardı açıkçası korkuyordum. Defalarca kızlara çıkalım gidelim dedim ama dinletemedim. Diğer kız adamın yanında olan bir kutuyu gördü. Kurunun içinde dvdler vardı.
“A bu seri çok arıyorum bana satar mısınız?” dedi ancak adam yine aynı karalı ses tonuyla “hayır” dedi.
“Ne kadar isterseniz veririm. Bunu çok aradım, bulamadım hiç bir yerde” dedi… Adam sessiz kaldı. Kız ekledi. “Kırk iki inç led tv var bende orada izleyelim o zaman…
İyice sıkılmaya başlamıştım bu geri zekalı ne yapmaya çalışıyordu bir türlü anlayamadım. Bu koyuna benzeyen tek tip insanlardan korkmuştum ancak korkumu bastırmak için büyük büyük bir çaba sarf ediyordum. Amacım bir korkak olarak adlandırılmamaktı. Kızın kolundan tuttum ve kendime çevirdim.
“Elif, hadi gidelim burada kimse yok…” Adam bana baktı… Bir an için göz göze geldik. Tüylerim diken diken olmuştu.
“Bence de gitmelisiniz” dedi adam aynı ses tonuyla.
Eve kadar sessizce indik. Kapı açık içeride ışık yanıyordu. Kapıyı açık bırakmış olabilirdik ama ışığın yanmaması gerekiyordu. İçeri girdiğimizde kız koltukta oturmuş ellerindeki dvdlere bakıyordu. Bizi görünce heyecanla bağırdı.
“Neredesiniz ya bakın yukarıda ne buldum…”
Önce birbirimize baktık. Sonra Elif birden bağırarak kızın yanına gitti.
“İnanamıyorum Aslı bunları nereden buldun.”
Olan bitene anlam verememiştim. Biz, kimin peşinden koşmuştuk?.
Siz ne düşünüyorsunuz?