Bir önceki yazımın başlangıcı da aynı şekildeydi. Uzun bir süre, uzun bir süre. Ve ne yazık ki ülkenin içinde bulunduğu döngüde ben de kendi döngümü oluşturuyorum maalesef. Hani havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama ne kadar beynim bu ilkedeki gerçeklikleri, buna gerçeklik mi demek gerekir onda da emin değilim ama bu ilkedeki algıyı reddetse de onun döngüsünden bir türlü çıkamıyorum. Ve her şey sürekli olduğu gibi bir kaos, bir acı, bir… Sanıyorum, benim beyin göçüm tam olarak gerçekleşmemiş, bir şekilde ülkede olanlardan etkileniyor. Tabii bu “beyin göçü” kavramını Emre Safa Gürkan’ın aşağıdaki videodaki tanımlamasına göre yorumluyorum.
Hangi dine bakarsanız bakın asıl olan ölümden sonraki yaşam ve cennettir. Burada yaptıklarınız orada kazanacaklarınızla ödüllendirir. Kötüyseniz cehenneme, iyiyseniz cennete gidersiniz. Zaten sütten çıkmış ak kaşık olan insan da şeytan yüzünden cennetten konuşmuştur. Konuşmuştur kovulmasına da Yine bir cennete kovulduğunu söylemek eminim ki yanlış olmaz. Ama biz o kadar cehennem meraklıymışız ki el birliği ile yaşadığımız bu cenneti cehenneme çevirmeye ant içmişiz. Tabi bunu tüm dünya için söylüyorum. Şimdi bunu kimin üzerine atacağız? Hadi şeytan cennetten kovulmamıza vesile oldu, dünyayı bu hale getiren de o mu?
Ne anlatılarda olduğu gibi bir yılanın kötülük fısıldadığına şahit oldum ne de bir tavşan deliğinden yuvarlanıp başımıza türlü türlü olaylar açıldığında. Ne yaparsak yaratılanların en akıllısı olarak gördüğümüz insan olarak biz yaptık. Ayırdık, parçaladık, böldük, vurduk, kırdık, tecavüz ettik, yaktık. Bunun suçunu üzerimizden atmak için de inandığımız kitaplardaki kötüyü suçladık. İsmi hiç önemli değil. O kötüye.
Kendimize yakıştıramadığımız her şeyi inandıklarımız uğruna kötüye verdik. Renkli diye köleleştirdik, zayıf diye dövüp öldürdük, çocuk diye…
Peki tüm bunları kim yaptı?
Ben değil, sen değil, biz değil. Yapsa yapsa öteki yapmıştır. Aslında kendimizden başka herkesin öteki olduğunu bir türlü anlamadık. O ötekinin de sürekli üstüne suçu attığımız şeytan olduğunu. Yani biz olduğunu.
Demek ki biz kötüymüşüz ki, tüm o kutsal metinler, öğretiler, yönetme, yönetilme çabası bize gelmiş. Demek ki biz kötüymüşüz ki her şeyi bir başkasının üzerine yıkmakta usta olmuşuz.
Sonra elimizi açıp, üzerinde bulunduğumuz dünyanın kıymetini anlamadan diğer taraftaki cenneti hayal etmeye başlamışız.
Peki ey insan, o cenneti bu hale getirmeyeceğinin sözünü verebiliyor musun?
Her ne olursa olsun, her kim olursan ol. Sen buraya laik değilsin ki kurguladığın cennete olasın. Önce bir dön etrafına bak. Kendi küçük karanlığından kurtul, kendin için ne istiyorsan başkaları için de iste. Sadece insanlar için değil. Her şey için. Ağaç, çiçek, böcek, hayvan… Bir düşün, kendini neden temizliyorsun acaba, o zaman doğayı kirletme, bir düşün başkası senin hakkında kötü konuşunca nasıl üzülüyorsun o zaman sen de konuşma.
İnsan olmak bütün öğretilerde ve kutsal kitaplarda mevcut ama en önemlisi o senin içinde. Nefes de, ruh de, her ne dersen de. İçine dön. Kendini dinle, onu tanı, ona bak. Ve insan ol. Bilinçliyim diye bilmişlik taslamak, insan olmak değil. Bunu gör.
Elbette biz yok etmeye devam edeceğiz. Bunları söylerken eminim ki ben de bu yok oluşta katkıda bulunacağım. Herkes gibi ama en azını yapmaya çalışmak benim elimde. Hem de çok çaba sarf etmeme de gerek yok. Düşünüyorum da hiç bir şey yapmasam bile katkıda bulunabilirim. Mesela çok arzulamasam, yeterini bilsem. Aslında bundan başka da bir şey gelmiyor aklıma yapabileceğim. Zaten kilit nokta da bu değil mi? Her şeyi istemek, her şeyi arzulamak. Her şey bu yüzden başımıza gelmiyor mu?
Peki ne için?
Sanıyorum önümde bu sayfa çık kaldıkça yazmaya devam edeceğim. Bazen susmak iyidir diyeceğim ama ne bileyim.
Şimdi “cenneti hayal ettiğimiz bir kurguda cehennemi ne kadar yaşayabiliriz? Daha ötesi mümkün mü?”
Buyurun cevap verin ben ise imara açılacak yerlerden bir iki toprak parçası ele geçirmeye çalışırken, şu sıcakta hararetimi alsın diye çay demleyeyim.
Siz ne düşünüyorsunuz?