Cuma Gecesi Hikayeleri: Çukur – 1

Bölüm 1

Aralık ayının sonları, yılın en şiddetli soğuğunuda beraberinde getirmiş, keskin şiddetli rüzgar Adem’in yüzüne savurduğu yağmur damlalarıyla, sokağa adım attığında, saniyesinde donmuş suratına iğneler batırmaya başlamıştı. Adem boynuna geçirdiği atkısını sulanmış gözlerinin altına çekerek nefesiyle suratının atkının altında kalan kısmını ısıtmaya çalıştı. Örme atkının gözeneklerinden çıkan sıcak hava gözlüklerini buharlandırmaya yetmişti. Ancak soğuk o kadar şiddetliydi ki gözlük camının buharlanması ve buharın yok olması saniyeler alıyordu. Adem’in aklı apartmanın kapısı içinde dışarıya çıkmak için bekleyen kedide kaldı. Onu dışarı çıkartmıştı ama bu soğukta ne yapacaktı?

“İçeri alan biri olur” diye düşündü. “Nasıl olsa onu ben içeriye almamıştım.”

Evinin bulunduğu Sıtkı Bey Sokağından, Nuri Bey Sokağına doğru dönmüş -İbrahim Paşa Caddesi mi demeliyim, Sıtkı Bey Sokağınndan sonra aynı yol olmasına rağmen sokak birden cadde oluyor- Barış Manço Caddesine doğru yürümeye başlamıştı. Parke taşların arasında dolmuş yağmur damlaları,toprağın ememediği su ile birlikte sabah ayasının etkisiyle donmuştu. Adem bu ihtimali düşünmedi bile onun aklı kediden sonra hemen mesaj sesi gelen telefonuna gitmişti. Telefonunu cebinden çıkardı. Ekranın üzerindeki mesaj ikonunun altına baktı. Mesaj bankadandı ve onu hayal kırıklığına uğratmıştı. “Siktir” diye geçirdi aklından ve ekranı damlalardan görünmez hale gelen telefonunu cebine soktu. Ellerinde deri eldiven olmasına rağmen o kısa süre içerisinde telefonu tutan elinin parmak uçlarının üşümeye başladığını hissetti.

“Araba da bozulacak zamanı buldu. Bari şirket yerine bir araba gönderse” diye düşündü ancak bu düşünce anında yerini dün akşamki konuşmaya bıraktı. Dün akşam ki konuşma Adem’in dört senelik kız arkadaşı Zeynep ile arasındaki konuşmaydı. Zeynep yine pireyi deve yapmıştı. Bu aslında dört senelik ilişkileri boyunca olan üç dört küsüşten biriydi. Tüm bu küsüşlerde de otomatikman Adem hatalıydı. Yani Zeynep’in düşüncesi bu yöndeydi. Aslında Adem düz bir adamdı. Yani her zaman yaptıklarının Zeynep tarafından zaman zaman bu şekilde farklı algılanıp krize sebebiyet vermesinin manasını anlayamıyordu. Dünkü mesele neydi? Adem hafızasını zorladığında elle tutulur bir şey bulamadı. Mesele çiçek almaması mıydı yada çok fazla konuşmuyor olamamaları mı? Ne konuşabilirlerdi ki, sonuçta kadın erkek arası sohbetlerin yüzde sekseni ortak arkadaşlarını çekiştirmekten başka bir şey değildi. Yüzde yirmi ise yeni beraber olan çiftler için ortak yanlar ve hal hatır sorma olayı. Bunlara nasılsın ve ne yaptını da ekleyebiliriz tabi. Adem ile Zeynep’in muhabbetleri de günün özeti ne nasılsından öteye gitmiyordu. Sonuçta dört senedir beraberlerdi, her ikisi de birbirlerini tanıyabildiklerini düşündükleri kadar tanıyorlardı.

Adem ne düşüneceğini de bilmiyordu. Zeynep konusunda kararsızdı. Sonuçta daha iyisini bulamayacağnı düşünüyordu ama yine de erkeklere özgü o kararsızlık, sürekli aklını çeliyordu. Yıllardır bir başkasıyla ilişkisi olmamıştı. Olması için uğraşmamıştı. Zaman zaman buna en büyük engelin Zeynep olduğunu düşünüyordu.

“Zeynep olmasa başkaları olurdu” diye düşündü “önümdeki en büyük engel o. Sadece onu kırmak istemiyorum, bu teklifin ondan gelmesi gerekli. Şimdi mesela hiç arayıp sormasa bütün iş çözülecek.”

Adem sadece sorumluluk almak istemiyordu. Bir ilişkinin bitmesi sorumluğunu yada biriyle sonuna ölene kadar gitme sorumluluğunu. Sürekli “evlenirsem kısa sürede boşanırım herhalde” diye söylerdi arkadaşlarına. Aslında buna kendisi de inanmıyordu. Evlense bir ömür o kişiye bağlı onun düşüncesiyle “bağımlı” kalırdı.

Barış Manço Caddesine indiğinde sanki haza biraz daha soğumuştu. Deniz tarafından gelen şiddetli rüzgar yürümesine engel olmaya başlamıştı. Kırmızı ışıkta bekleyen arabaların önünden geçerek Kanlıca durağının arkasında duran simitçiye yaklaştı.

“Tahsin Amca günaydın bir simit versene bana.”

“Günaydın evlat, ne oldu senin araba bu soğukta yürüyorsun?”

“Sorma Tahsin Amca. Bakımını geçirmişiz, vakit bulamadım ne yapayım, geçen gün sorun çıkardı çekici aldı götürdü. İki günlük işi varmış bizde kaldık böyle yaya. Bakalım firmanın yenin araç vermesi lazım, kiralık sonuçta.”

Evet anlamında başını salladı tahsin soğuktan çatlamış elleriyle poşete koyduğu simidi Adem’e uzatırken. Eskilerin “ineği öldürür” dediği yeşil gözeri ile bir an Adem’in gözlerine çevirdi ve sonra Adem’in sağ omuzu üzerinden durağa doğru bakarak “Senin otobüs geldi” dedi ve gözleri ile işaret etti. Adem simidi aldı ve cebinden çıkardığı bir lirayı adama verdi. “Çok konuştum” diye geçirdi aklından.

“Görüşürüz Tahsin Amca.” Hızlı adımlarla durağa döğru yürümeye başladı. Tahsin Amca’nın “sağ ol” kelimesi rüzgara karıştı. Hiç bir şey duymadı.

Otobüse binip kendine bir yer bulduğunda öncelikle cep telefonuna baktı Adem. Gelen mesajı okudu. Ona özel kredi fırsatından yararlanmak istemiyordu hele hele sabah sabah hiç yararlanmak istemiyordu. Aynı mesajların telefonda koleksiyonunu yapar olmuştu adete. Hiçbir mesajı silmiyor hepsini telefonunda depoluyordu. Akıllı telefonların en sevdiği özelliklerinden biri buydu. Telefonundaki “F” ikonuna tıkladı. Yüklenen Facebook akışlarına göz gezdirdi. Zeynep dün geceden beri bir şey paylaşmamıştı. İyi yada kötü hiç bir şey yazmamıştı. Bu ilginç bir durumdu. Telefonun ana ekran tuşuna basınca tarihi fark etti.

27 Aralık 2013 Cuma

Bu günden sonra 2 Ocak’a kadar izinliydi Adem. Yani bu gün onun için son iş günüydü. Akşam biraz da erken kaçabilirse trafiğe kalmadan eve gelebilirdi. BU beş günlük tatili nasıl geçireceği konusunda fikri yoktu. Muhtemelen evde oturup takip edemediği dizileri bitirecekti. Zeynep ile bir şeyler konuşmuşlardı ama ne konuşmuş olursa olsunlar bu soğukta kıllarını bile kıpırdatmazlardı.

“Zaten Zeynep yok” diye düşündü. “Bu olmayacağı anlamına gelmiyor ama” dedi bir başka ses. Bu kendi sesiydi ama aynı zamanda farklı bir sesti de. “Araya bilirsin, belki o arar.”

“Arayabilirim de aramayabilirimde” dedi Adem’a ait diğer ses. Adem gülümsedi. Sanki iki sesin arasına bir başka ses girmiş ve diğer isi sesi susturmuştu.

”Gulyabani diye bir şey yoktur, olamaz! Ama, olabilir de…” Adem sesin kime ait olduğunu elbette biliyordu. Gülümsemesi güzüne biraz daha yayıldı. Hatta çatlamış dudaklarından bir kaç damla kan akıtacak kadar.

“Kan soslu simit” dedi diğer ses. Adem poşetin içinden bir parça simit koparıp ağzına atarken. Bu sesler aslında kendi düşünceleriydi. Farklı şeyleri söylemeleri Adem’in hoşuna gidiyordu. Bazen bu sesler arasındaki didişmelerden zevk alıyordu. Bir yerde daha yüce bir düşünce ona tüm bu düşüncelerin karasızlıktan kaynaklandığnı söylüyordu. O zaman bu yüce düşünce de en büyük karaksızlıktı. Son olarak Adem’in vardığı nokta buydu.

Adem otobüsten Üsküdar son durakta inip Yüz Yılın Projesi olarak lanse edilen Marmaray’a doğru yürüdü. İlk kez denizin altından geçecekti. Her ne kadar için biraz korku dolsa da kaderciliği ön plana çıkmış, yol rotasını oluştururken tercihini bu yönde kullanmıştı. Sonuçta orada ölmek ile karada ölmek arasında pek fark yoktu.

“Peki ya cesedin” dedi içinden bir ses, “cesedini bulamamam ihtimalleri var.”

“Bulunsa ne olacak, kaç kişi gelecek mezarına sanki? Gelen olsa da en fazla iki gün. Üçüncü gün kimse uğramaz bile” diye karşı çıktı diğer ses.

“Yanılıyorsun, bir kere annesi ve kardeşi var. Kadın oğlunun mezarının olmamasını ister mi yazık.”

Her iki sesin de kendi düşünceleri olması ancak ikisinin de sanki bir başkasıymış gibi konuşması ilginç gelmişti Adem’e. Keyifle iki kişinin atışmasını izler gibiydi. Ancak sesleri bir kalıba sokamıyordu.

“Annesinin ömrü ne kadar ki şunun şurasında yakın zamanda gidici. Kardeşi ise çok sık gelmez. Hem zaten gıyabında bir mezarı da olur. Hep cesetleri topraktaki haşereler yiyecek değil ya biraz da balıklar yesin.”

“Saçmalama be o ayrı o ayrı.”

Cesedi balıkların yeme fikri Adem’in de pek hoşuna gitmemişti. Balık en sevdiği yiyecekti çünkü kimdi her birinin cesedine yapışmış, tırtıkladığını düşündüğünde kendini bir garip hissetti. Pekala yediği balıklarda insan kemirmiş olabilirdi.

“Çok saçma” diye düşündü. “Ne zamandır batan gemi yada denizde ölen insan yok.”

Bu düşünce onu rahatlattı ama o kendini bilmez düşünce her şeyi mahvetti.

“Bunlar sizle paylaşılanlar, peki gecenin bir vakti denize atılmış insanlar ne olacak? Kimlikleri bile belli olmayan o insanlar.”

“Arkadaşım manyak mısın?” diye sordu diğer ses. “Pozitif düşünmeye çalışıyoruz şurada… Hem tünel yıkıldı su altında kaldıkta balıkların etimizi yemesi kaldı. Yiyen yer yemeyen…”

“Ama suya batabiliriz de…”

“Batmayabiliriz de…”

Yine aynı ses girdi iki düşünce arasına:

”Gulyabani diye bir şey yoktur, olamaz! Ama, olabilir de…”

Adem için kaçış cümleleriydi bunlar. Düşünceler sustu, sesler inlerine çekildi. “Sirkeci” anonsu duyuldu trenin içinde. Adem kapıya yanaştı.

Yer altından tramvaya binmek için yer yüzüne çıktığı anda keskin soğuğu tüm vücudunda hissetti. Terlemeye başlamış olan sırtı birden buz kesti. Her ne kadar montuna daha sıkı sarlmış olsa da soğuğu iliklerine kadar hissetmişti. Aslında soğuk olmasının bir sorunu yoktu asıl sorun bir sıcak bir soğuk olmasıydı. Pek fazla beklemeden gelen tramvayın girişinde bir köşeye kendini sıkıştırdı. Ellerini kıpırdatabilirse montunun önünü açmak istiyordu ama bu kalabalıkta pek mümkün değildi. Tramvay Gülhane durağında durdu. Adem hareket edebileceğini düşündü ama inenden çok binen vardı tramvaya. Nihayet Sultan Ahmet durağına gelince tramvay biraz boşaldı. Hatta Adem oturacak bir yer bile buldu kendine. Oturur oturmaz ise kafasındaki düşünceler yine ayyuka çıktı. Bu kez düşünceler tramvaydaki kadınlar üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu arada telefonu mesaj geldiğini belirten sesi çıkardı.

Mesaj yine Zeynep’ten değildi. Aslında mesaj gelmesini beklemiyordu ama aklındaki bazı sesler araya girerek onun olabileceğini hatırlatıyordu Adem’e. Adem telefonu cebinden çıkardı. Bu kez ona özel bir “check up” kampanyası vardı. Bu mesajı da mesaj koleksiyonuna ekledi. Yine telefonundaki “f” ikonuna tıkladı, akış üzerinde parmağını gezdirdi. Önemli bir şey göremedi.

“Zeynep’ten gelen giden bir şey yok” dedi bir ses. “Sanki bir şey bekliyorum da” diye yanıt verdi Adem düşünerek ona.

Günün yarısı, yolda geçmişti bile ama büyük kısmı en azından binilecek araç sayısı iki kalmıştı. Üçüncü ve ortada kalan aracı terk etmiş, dördüncü araca doğru ilerlemeye başlamıştı. Bağcılardan M3’e binecek Başakşehir’de inecek sonrasını ise taksi ile halledecekti.

“Belki arada otobüs, minibus vardır.”

“Ne toplu taşıma meraklısı oldun be” diye kesti diğer bir ses. Bütün İstanbul’u katettin, hemde üç saatte hala toplu taşıma diyorsun.”

Günün bütün enerjisini harcamış gibi hissetti Adem. Gerçi araba kullandığı zaman da aynı durumla karşı karşıyaydı. Yani değişen bir şey yoktu. Üstüne üstlük araba kullanmamıştı ama toplu taşıma daha yorucuydu. Hele hele arabaya alışmış biri için daha yorucu.

“Evet” içindeki ses. “Evet.”


Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?