Cuma Gecesi Hikayeleri: Çukur – 2

Derin bir sessizlik kaplamıştı aklını. Metronun yer altında süzülürken çıkardığı ses, yorgunluğun ilk kırıntılarıyla beraber, göz kapaklarına şiddetli bir baskı yapmıştı. Yer yer yaklaştıkları ve geldikleri yeri bildiren anons sesleri gerçekliğe doğru çağırıyordu onu. Ancak her ne kadar dışarıda olan biteni duyuyor ve algılıyor olsa da beyninin bir kısmı geçen yaza gitmişti.
Mağaradaydı. Adını yine hatırlamıyordu. Ancak hatırladığı mağaranın adının Bulgarca “delik” anlamına geldiğiydi. Mağaranın içinde kendini bulduğunda bir ürperme hissetti. Bunun Siteler durağında duran ve kapılarını açan metro vagonu ile alakası da olabilirdi belki. Sonuçta insan yapımı bir mağaranın içerisinde ilerliyordu. Adem uzaktan gelen çocuk seslerini duydu. Ne zaman bu tarz bir geziye gitse, okul gezisine denk gelmişti. Mağara sarı ışıklarla aydınlatılmıştı. Tavandan akan sarkıtlar Adem’in hayal gücünü zorluyordu. Her biri farklı bir şekil, farklı bir silüet ile karşısına çıkıyordu. Adımlarını hızlandırdı. Yürümeye devam ettikçe çocuk sesleri azalıyordu. Vücudu yavaş yavaş soğuğa alışırken, şakaklarından ter boşalmaya başlamıştı. Bu sarkıtlardan damlayan sularda olabilirdi pekala. Bir kaç damlanın başına isabet ettiğini hatırlıyordu. Montuna da bir kaç damla çarpmış bu çarpmalar ona sanki birisi ona dokunuyormuş hissi vermişti. Gördükleri o kadar gerçekçiydi ki, rüya gördüğünün farkında olmasına rağmen hislerine inanacak duruma gelmişti. Adımlarını hızlandırdı. Yalnızdı. Yol üzerinde bazı geçişler için demir plakalardan yol yapılmıştı. Ancak soğuk ve suyun etkisi ile yollar donmuş kaygan bir hal almıştı. Bir kaç kez ufak tefek düşme tehlikesi yaşadı Adem. Yolun sonuna geldiğinde sol tarafında demir bir merdiven gördü, yukarıya çıkan.
“Bu merdiven gerçekte de var mıydı?” diye fısıldadı hafifçe, kendi duyabileceği bir sesle. Merdivenleri tırmandı. Basamakları sayıyordu. Bir, iki, üç, dört…
Eski bir akışkanlıktı bu Adem için çıktığı her basamağı sayardı. Bir gün merdivenlerden çıkarken elektrikler olamasa basamak sayıları yardımıyla rahatlıkla merdivenleri inip çıkabilecekti. İlk okul öğretmeni söylemişti bunu ve o günden sonra da Adem basamakları saymaya başlamıştı ama hiç bir zaman basamak sayılarını hatırlamamıştı. Sonuçta alışkanlık alışkanlıktır. Belki de bu ilk okul öğretmeni ile onun arasındaki tek bağdı. Basamaklar.
“Öğretmenimin adı neydi” diye sordu kendi kendine. Başkaları gibi eskileri çok fazla yad edeyim meraklısı değildi. Facebook sayfasında bile en yakın arkadaşı üniversite arkadaşlarıydı. Belki bir iki de lise arkadaşı vardı. Yıllarca görüşmemişlerdi. Hatta ekleme talebi geldiğinde Adem zar zor hatırlayabilmişti onları. Sadece ben çok kişiyi tanıyorum edasında Facebook arkadaşı olmuşlar hiç selamlaşmamışlardı bile. Adı neydi? İlk okul öğretmeninin… Biraz düşündü düşünceler, on altıncı basamağına geldiği ve son bulan basamakların sayısını unutturmuştu. Aslında önemlide değildi. Sonuç olarak Bu mağaranın bir ucu vardı dışarıya çıkabilecekti. Sonuçta mağara da iyi aydınlatılmıştı. Burada elektriklerin olmaması zor bir ihtimaldi.
Son basamaktan sonra bir kaç adım attı. Metal yol ayağının altından kaydı birden. Ellerini tutunmak için iki yana açtı ancak tek yakalayabildiği soğuk hava akımı oldu. Kıçının üstüne oturdu. bunun nasıl olduğunu anlamıyordu ama kaba eti üzerinde kaydığını fark ediyordu. Pantolonu ıslanmıştı. Hemde altını ıslatmış bir bebek gibi. Ayağı ile durmak için bir kaç hamle yaptı ama bu bir işe yaramadı. Yavaş yavaş aydınlatmaların olduğu bölümden uzaklaşarak karanlığa doğru çekilmeye başladığını gördü. Bu onda bir huzursuzluk uyandırdı. Yerin dibindeydi, yalnızdı ve korkuyordu. Evet korkuyordu. Genelde kendisini korkusuzluk olarak betimliyordu ama şu an hissettikleri üzerine çöken endişenin başka bir açıklaması yoktu. Korkuydu bu. Ne kadar ilerlediğini bilmiyordu ama -ona dakikalarca gelmişti- sonunda ayakları bir yere vurarak durdu. Açık atakları dizlerinden esnedi. Hızla kayıyordu ama beklediği kadar sert bir çarpış olmamıştı bu. Durur durmaz ayağa kalktı. Ayakta olmak onun kendini daha güvende hissetmesini sağlamıştı. Etrafına bakındı. Burnunun ucunu bile göremiyordu. Sıcak soluğun yüzünü ısıtması da ona güven veriyordu. Ancak bu geçici bir güvendi. Çünkü soluğu ile ısınan yüzü anında boz kesiyordu. Aynı hissi sağ kulağında da da hissetti. Bunu tek bir açıklaması vardı. O da bir başkasının olabileceği.
Kafasındaki sesler onu terk etmişti. Oysa şimdi onların düşüncelerine ne kadar çok ihtiyacı vardı. Her birinin de kendisi olduğunu düşünürsek beyni neden şimdi çalışmıyordu? Korku basiretini bağlamıştı adeta. Şu an en büyük korkusu ise yanında birinin, bir şeyin olduğu korkusuydu. Oyda bu kadar korkmazdı.
-Korkmazdın değil mi?-
Bir hareketle elini ceplerine soktu ve telefonunu çıkardı. Telefonun üstteki güç tuşuna şiddetle bir iki kere bastı. Ancak ışık yanmadı. Elleri titremeye başlamıştı. Bir kez daha sakince parmağıyla telefonun tuşu olduğunu düşündüğü yere bastırdı. Donmuş parmakları mı tuşu hissetmiyordu yoksa tuş gerçekten de yok muydu. Elini yavaşça telefonun üstünde gezdirdi. Bütün hislerini sol işaret parmağına yönlendirmişti. O kadar hafif gezdiriyordu ki elini telefonun üst kısmında, telefonu tuttuğu sağ eli yukarıdan yapılan bu basıncı hissetmiyordu bile. Birden bir duraklama yaşadı. Vücudu öne doğru istemsizce kaymıştı. Bu hareket ona telefonu ters tutabileceği gerçeğini de hatırlatmıştı. Nitekim baş parmağı telefonun üzerindeki dikdörtgen çıkıntıyı hissetmişti.
“Telefon ters, bu şarj deliği olmalı.”
Hızla telefonu ters çevirdi. Yine aynı refleksle telefonunun güç butonuna bastı. Telefonun ekranı aydınlandı. “Şebeke Yok” yazısını hızlıca okudu ve etrafına baktı. Telefonun ekranını önünde gezdirerek nerede olduğunu, nasıl çıkacağını anlamaya çalıştı. Geldiği göne bir adım attı. Karşısında bilge görünümlü bir kaç sarkıt gördü. Onların tam arkasında ise bir şey… gülümseyen bir şey… muhtemelen o da sarkıttı. Uzun beyaz yüzlü koca kırmızı gözlü…
“Kırmızı gözlü” diye düşündü Adem. Kırmızı gözlü sarkıt olamazdı. Peki oradaki neydi, kimdi? Dikkatini toplayıp o şeyi inceleyeceği sırada telefonun ışığı söndü. Adem’in telefonun ışığı ile gelen cesareti birden yerini tekrar korkuya bırakmıştı. Üstüne üstlük sanki telefon sanki bir meşaleymiş gibi kapanınca tüm sıcaklığı da beraberinde götürmüştü. Adem ürperdi. Aynı hızla telefonun güç tuğuna tekrar bastı. Ortalık hafifçe aydınlanınca, dikkatini kırmızı gözlü şeyin yönüne çevirdi. Görebildiği sadece iki eski bilge sarkıttan başka bir şey değildi. Kırmızı gözlü bir şey yoktu orada ama iki bilgenin arasında sarkıtta yoktu. Arkaları tamamen boştu. Adem hızlıca telefonunun fenerini açtı. Işığın tekrar sönmesine tahammül edemezdi. Bir kaç adım attı geldiği göne doğru. O sırada bir ses duydu.
“Başakşehir-Metrokent bu istikametteki son durağımızdır.”
Adem metrodaydı. Bunu hatırladı. Yolda uykuya dalmış ve bu sağma rüyanın içinde bulmuştu kendini. Şimdi gözlerini araladığında her şey bitecekti.
Yavaş yavaş araladı gözlerini karanlık bulanık bir şekilde aydınlanmaya başladı. Tam o sırada kırmızı iki gözün yanına geldiğini fark etti. Gözler kulağına eğildi ve “Nevrise” diye fısıldadı.
Adem gözlerini tamamen açtığında vagonun boşalmış olduğunu gördü hızlı adımlarla vagondan çıktı ve çıkış yazan istikamette bulunan yürüyen merdivenlere doğru yürüdü. “Nevrise” diye düşündü. İlk okul öğretmenimin adı buydu.
Adem yeryüzüne çıktığında derin bir nefes aldı. Soğuk hava ciğerlerini yaksada tazeliği hoşuna gitmişti. Bir kez daha aynı şiddetle nefes aldı. Eli cebindeki telefona gitti. Saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Etrafına bakındı ne gelen ge giden vardı. Karşı tarafa dükkanların olduğu yere geçti. Elini cebindeki Winston paketine attı bir tane çıkardı. Çakmağını ateşleyip bir nefes çektiği sırada yavaşça gelen taksiyi gördü ve elini kaldırdı. Taksi önünde durdu. Adem kapıyı açtı şoföre doğru eğildi.
“Sigara sıkıntı olur mu?” Yirmili yaşlardaki sivri çeneli düz yüzlü genç gülerek vecap verdi.
“Yok abi buyur. Bağlarsın bir tane değil mi?” Adem gülümsedi arabanın ön koltuğuna oturdu.
“Hacımaşlıya gidielim.” Adem sigarasını eline yerleştirdi ve cebinden paketi çıkardı. Bir sigara çıkararak şoföre uzattı.
“Hacımaşlı neresi abi? Hiç duymadım.” Adem’in uzattığı sigarayı aldı ağzının kenarına oturttu. Adem ona çakmağını uzattı. “Var abi sağ ol.”
“Şu yeni otomobil fabrikasının yapıldığı yer.”
“Ha şurası. Abi ilk inşaat başladığında bilmiyoruz tabi bize alış veriş merkezi yapıyorlar oraya dediler. Dedim, çok af edersin ama anasının amına ne alış veriş merkeziymiş. Sonra öğrendik ki fabrika yapılıyormuş. Abi ne alıp verme meraklısıymışız bu kadar AVM bu kadar AVM anlayamadım gitti.”
Soför konuşuyordu ama Adem onu dinlemiyordu. “Nevrise” ismi beyninde yankılanıyordu. Hem de o kırmızı gözlü yaratığın boğuk sesi eşliğinde. “Nevrise” dedi aklındaki seslerden biri. Nihayet uyanmaya başlamışlardı.
“Nevrise senin ilk olkul öğretmeninin adı. Nevrise İlgöl.” Nevrise İlgöl. Evet, doğruydu. O zaman bir çocuk için imtihan gibi bir isimdi. Şimdi ise söylenen onlarca isim arasında en basiti.
Şoför konuşmayı bıraktı. Onun sessizliği Adem’in hayata dönmesine neden oldu. Ancak şoförün ne dediğini hatırlamıyordu. Nasıl bir cevap vereceğin. Soru sormuş muydu? Ne demişti? yorum mu bekliyordu? Adem konuşmanın kıyısından köşesinden anladığı kadarıyla bir eleştiri vardı cümlelerin içinde. Şoför ona bakıyordu bu ondan bir şeyler beklediği anlamına geliyordu. Adem kaçamak bir cevap verdi.
“Burası Türkiye.” Bu tüm cümlelerin özeti, siyasetten, insanlığa her şeyi ile, her muhabbete nokta koyacak bir cümleydi. Kapsamını düşündükçe içinde bulunabilirdiniz.
“Evet, burası Türkiye” dedi şoförde. Herkesin bir “burası Türkiye”si vardı bu cümle bir an için şoförün susmasına yetti.
Şoför ağzını açacaktı ki Adem’in telefonu çalmaya başladı. Telefonu çıkardı. Ekranın üstünde annesinin resmi vardı altında “Annem” yazısı yazıyordu. Telefona cevap verdi. Aynı zamanda şoförden kurtardım diye düşündü. Gerçi bir diğer sorunda annesiydi. Şimdi sabah sabah gereksiz muhabbetlerle canını sıkacaktı. Tabi ki baş konu herkes evlendi konusuydu. Ancak saat daha ona gelmemişti. Bu saatte annesinin araması görülmüş bir şey değildi. Meraklandı. Aklından kötü ne olabileceğini geçirdi. Ölebileceklerin bir listesini yaptı.
“Alo.”
“Oğlum nasılsın?” Sesi normaldi.
“İyiiym anne sen nasılsın? Hayırdır bu saatte.”
“Hayır oğlum, hayır. Rüya gördüm de çok gerçekçiydi bir arayayım dedim.”
“Hayırdır anne ne gördün?”
Sorudan sonra kadın heyecanlandı ve hızla anlatmaya başladı.
“Sabah namazını kılmıştım. Sonra etrafı topladım biraz uzandım zaman geçsin, dinleneyim diye uyumuşum. O ara rüya gördüm. Evdeymişiz bizim bu evimizde. Böyle herkes ağlıyormuş. Sen de gelmişsin mutfaktaymışsın. Bıçakla kavanozun içerisinden bastığım kıymaları çıkarmaya çalışıyormuşsun. Böyle kavanoza bıçağı sağlayıp duruyorsun. Ama kavanoza bakmıyorsun camın başında dışarıya Meral Teyzenlerin evine bakıyorsun.  Senin yanına geliyorum tam bana ver diyeceğim ki senin baktığın yere gözüm ilişiyor. Meral Teyzenlerin camları kıpkırmızı. Hani güneş batarken allanır ya o şekilde. İstanbul’da göstermiştin bana. Alo, alo… Adem orada mısın?”
“Buradayım anne dinliyorum.”
“He bende ses gelmeyince kesildi mi dedim. Biliyorsun benim telefon arada kesiliyor bende böyle konuşuyorum fark etmeden boş boş.”
“Yok anne, sen anlat alırız sana bir telefon.”
“İstemem, istemem yetiyor bu bana.”
“Tamam.”
“Ne diyordum ben?” kadın derin bir soluk aldı. Adem gümlenin sonunun gelmeyeceğini düşündü. “Camda kırmızılık var merak ettim. Kaktım çıktım yukarı çatıya. Çatının kapağını açtım. Birde ne göreyim kocaman bir kuş. Kuyrukları parlak rengarenk capcanlı. Guk guk diye ötüyor. Tam onun olduğu yerden yukarısı hava falan hep kıp kırmızı. Kuş kıbleye doğru arkasını dönmüş arkası da kırmızı. Anladın mı?”
“Evet.”
“O kuşu görünce içime bir sıkıntı düştü. Aşağı indim eve girdim. Millet hala oturuyor. Cenaze evi gibi kimi ağlıyor, kimi bakıyor öyle boş boş. İçlerinden geçip mutfağa sana geliyorum anlatacağım gel yukarı bak diyeceğim ama sen yoksun. Durduğun yerde böyle bir iki damla kan. Çıkıyorum dışarı millete soruyorum kimse durmuyor. İçime oturmuş böyle acı. Bir yandan tam bilmiyorum ama bir yandan sanki sen ölmüşsün onu hissediyorum. Kimse bir şey demiyor da öylece uyandım kan ter içinde.”
“Hayırdır inşallah, karışık rüya görmüşsün.”
“Hayır olsun inşallah oğlum, kaktım sonra Yasin okudum dua ettim. Bu kuş pek hayırlı değil.”
“Anne nereden çıkardın Tavus Kuşu bu cennet kuşu diye geçer.”
“Yok oğlum arkasını dönmüştü diyorum sana Kabe’ye kıp kırmızıydı. Kötü bu.”
“Anne felaket tellalı gibisin, ne kötüsü yorma aklını öyle şeylere.”
“Olsun sen kendine dikkat et. Hem havalar soğuk, sabah banyo yapıp çıkmışsındır sen kesin üşütme.”
“Anne her gün aynı şeyleri konuşuyoruz farkındaysan.”
“Konuşurum ben, sen kendine dikkat et. Bu kuş tekin değil.”
“Tamam anne tamam, benim şimdi işe dönemem lazım görüşürüz.”
“Tamam bak görüşürüz. Ha dedenleri ara ne zamandır aramıyorsun seni soruyorlar.”
“Anne tamam ararım, görüşürüz.”
Kadın telefonu kapattı. Adem bir süre telefonu kulağında tuttu. Aslında onun kapaması gerekirdi ama annesin ondan önce davranmıştı. Telefonun ekranında baktı. Bir adet Facebook etkinliği gördü. Uyarıya tıkladı. Yine bir oyun mesajıydı.
Adem telefonu cebine koyduğunda şoför ince sesiyle sordu.
“Abi annen miydi? Benimki de günde on kere arar, neymiş şoförlük zormuş, tehlikeliymiş dikkat edecekmişim.”
Adem buz gibi bir “evet” ile cevap verdi.
Şoför bu dakikadan sonra konuşmaması gerektiğini anladı ve sustu.

Arabadan inerken rüzgarın şiddeti ile arabanın kapısını açmakta zorlandı Adem. Kapıyı açmak için iki elini kullanmıştı. Rüzgar aceleci bir tavırla arabanın içine dolmuş köşe kapmaca oynar gibi arabanın içinde yer değiştirmişlerdi. Adem arabanın içinden zorla çıkınca kapıyı kapatmak için ekstra bir çaba sarf etmedi. Kapı elinden kurtularak şiddetli bir şekilde kapandı. Normal zamanladı zaten rüzgarlı olan burası için, kışın bu soğuk zamanlarında bu derece güçlü rüzgar olması Adem’i şaşırtmamıştı. Ancak kendilerine ayrılmış konteynera doğru giderken epey zorlanmıştı. Rüzgardan yaşaran gözlerinin gördüğü kadarıyla sırayla dizilmiş on konyetner adeta sağa sola salınarak dans ediyordu. Nihayet konteynerin arkasına geçmesiyle birlikte rüzgar bir nebze olsun kesildi  Adem rahat bir nefes alabildi. Gözlüğünü çıkararak sulanmış gözlerini sildi. Eşini cebinde bulunan Winston paketine attı ve bir dal sigar çıkardı. Çakmağı yakmak için vücudunu siper etti. Dördüncü deneyişte sigarayı yakabildi. Ardından derin bir nefes çekti. Çektiği nefesten hiç bir şey anlamadı. Soğuk ve rüzgar sigaranın dumanın etkisini daha ciğerlerine inmeden geçiriyordu. Daha şiddetli bir nefes çekti. Sigara yarısına gelmiş, küller üzerinde durmuyor, ucundaki ateş kızıllığını da yerinden koparıp atmaya çalışıyordu. İki nefes sonra sigara bitti. İzmariti elinden bıraktı. Rüzgar başıboş kalan izmariti hemen topladığı çerçöpün yanına taşıdı. İzmaritte diğer çöplerle birlikte mutlu halkalar çizmeye başladı.

Adem üç masalı konteynerin içine girdiğinde masaların üstündeki evraklar havalandı ancak hiç biri masaların üzerinden düşmedi. Yine de refleks olarak karşı masada oturan Dilek masasındaki kağıtları uçmasın diye tutmuştu. Adem aceleyle kapıyı kapatarak “Günaydın” dedi.
“Günaydın” diyerek yanıt verdi Dilek. Başını bilgisayar ekranından kaldırmamıştı. Muhtemelen yine Facebook’ta birilerinin profillerinde geziyordu.
Adem montunu çıkardı atkısını, montunun koluna geçirerek askıya astı. Yerine geçmeden su ısıtıcısının üçündeki suya baktı. Su doluydu ısıtıcı düğmesine basarak, altındaki dolaptan bir tane sallama çay çıkardı, kupasının içine attı. Suyun ısınması ve ısıtıcının “tık” diye bir sesle durması uzun sürmedi. Suyu kupasına boşalttı. Çay poşetini bir kaç kez suya daldırıp çıkarttı suyun rengi yavaş yavaş koyulaşmaya başladı. Adem çayını şekersiz içerdi ama o an o kadar çok şeker atma isteği uyandı ki içinde yerine giderken iki küp şeker aldı yanına. Masasına oturdu. Bilgisayarının ekranını kaldırdı ve güç düğmesine bastı. Siyah ekranda önce Dell yazısı yandı sonra Windows’un simgesi gözüktü. Bu sırada Adem çay poşetini bir kaç kez daha kupasına daldırıp çıkardı ve sonra poşeti ayağının yanındaki çöpe attı.
Adem bilgisayarı açılır açılmaz internette rüyada tavus kuşu görmenin ne anlama geldiğini arattı. Okudukları birbiri ile o kadar tutarsızdı ki hiç birine inanmadı. Zaten inanmak içinde bakmamıştı. Bir alim iyi derken, diğer alim aksini ispat ediyordu. Aslında bu da rüyalara bir anlam yüklenemeyeceğinin kanıtıydı. Yine de kendi rüyasını da okumadan geçmedi. Ancak aynı çelişki bu aramasında da vardı. İlk cümlelerde iyi güzeldi mağara, uzun ömür bol hayra vesileydi. İlerleyen paragraflar ise daha karanlıktı. Mağraya girdiğini gören kişi dünyadan göçer eğer mağara karanlık ise bu mezar anlamına gelirmiş.
Devamını getirmedi Adem. “Bir şeyler sallayalım hangisi tutarsa tabiri bunlar” diye geçirdi içinden. Sayfaları kapadı ve elektronik postalarını kontrol etmeye başladı. E-postanın birini gördü ve Dilek’e döndü.
“İsmet Abi gelmiyormuş bu gün.”
Demet bilgisayarının ekranı üzerinden Adem’e baktı. “Evet, dün akşam zehirlenmiş.”
“Nasıl yani?” Adem’in yüzünde ciddi bir ifade belirmişti.
“Dün akşam yemeği dışarıda yemmişler ailesi ile birlikte. Son olarak kremalı bir pasta yemiş sanıyorum ondan zehirlenmiş.”
“Nerede yemmişler ki?”
“Tahmin et bakalım. Midpoint.” Demet hafifçe gülümsedi.
“Hadi ya, İsmet Abinin orada ne işi var hayatta gitmeyeceği yer.”
“Öyle ama kızı ısrar etmiş biliyorsun onu pek kıramıyor.”
“İyi mi bari durumu? Arıyayım bari.”
“Sabah görüştüm ben de iyiydi, midesini yıkamışlar öğlen taburcu edeceklermiş. Biraz toplaması lazım tabi kendisini.”
“Öğleden sonra arıyayım bari. Yapılacak bir şey söyledi mi iş var mıymış?”
“Bir şey demedi, çok ta iş düşünmüyordu sanırım. Zaten tatil başlıyor. Ben de pek düşünemeyeceğim ne var diye.”
“Sen de izine çıkıyordun değil mi? E, İsmet Abi kalacaktı iki gün şimdi o gelmezde bizim bir plan yapmamız lazım.”
“Aman ya kim gelecek tatil günü, firmanın yarısı izinli olacak.” Demet’in canı sıkılmıştı. Bir de olsa buraya gelmek istemiyordu.
“Sonuçta inşaat devam ediyor birilerinin kontrol etmesi lazım, en azından pazartesi, salı gerçi salı fazla çalışma olacağını düşünmüyorum.” Adem’in de gelmeye niyeti yoktu ama “İhsan Abinin hastalanması kötü oldu” diye düşündü. “Benim tanıdığım İhsan Abi zaten yarın ayaklanır gelir buraya.”
“Doğru diyorsun” diye tamladı konuşmayı Demet.