Cuma Gecesi Hikayeleri: Diken (Bölüm Üç)

Nasıl bir acı hissettiğimi anlatamam. Küçük bir çizik gibi görünen ama sanki kemiğe dayanmış bir bıçak gibi acı veren bu yaranın kanamasını da durduramıyordum. Kan içerisine hapsettiğim elimden süzülerek akmış parmaklarımın arasında yerle buluşmuştu. Bir an için başımın döndüğünü hissettim. Atladığım duvara omumla yaslandım. Bu sırada kulağıma gittikçe yaklaşan çan sesleri geliyordu. Sesler yavaş yavaş büyüyor sanki beynimin bir köşelerinde çalıyormuş gibi geliyordu.

Sanıyorum o yedi adam geliyordu. Onlara yakalanmamalıydım ama yaslandığım duvardan bağımsız bir şekilde ayakta durabileceğimi sanmıyordum. Nihayet tam önümde duvarın içinden geçerek çıkmaya başladı siyahlı adamlar. Her biri bir diğerine benziyor, her biri geçerken bana bakıyordu. Saniyeler sandığım bakışma ise bana bir ömür gibi geliyor ve acım katlanamayacak şekilde atıyordu. Her biri ile göz göze geldim. Her birinin gözlerindeki karanlıkta ayrı şeyler gördüm. Her biri borazan gibi bir sesin arsından sanki gözlerime aktı.
Birinci adam gözlerini üzerime kitlediğinde şiddetle beynimi sarsan boru sesinin ardından bir siluet şeklinde yok olurken gözlerinin içinde bir yansıma gördüm. Bu yansıma apartmanlarla dolu bir sokaktı. Herhangi bir sokak olabilir. Birden bire büyük bir uğultuyla yer yüzü sallanmaya başladı. Uğultunun kaynağı belki yer kabuğuydu ama en etkili kısmı insanların çığlıklarıydı.

İkinci adamın gözlerinin içerisindeyse beyaz bir ışığın ardından kaçmaya çalışan insanlar vardı. Sanki bir kurtarıcıymışım gibi hepsi bana koşuyor, bana sığınıyorlardı. Hayır aslında yanımdan geçerken tüm bu şeylerin sorumlusuymuşum gibi bana nefretle bakıyorlardı. Sanki suçlu bendim. Kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki sanki tüm bu insanların beyaz ışığın etkisi ile kavrulmasında benim etkim vardı. Hıçkırıklarla ağladığımı hissediyordum. Bu sadece bir duyguydu. Ağlamıyordum aslında.
İkinci kez kulak zarımı yırtan boru sesinin ardından üçüncü adamın bakışlarına hapis kalmıştım. Sanıyorum aynı yerdi. Farklıda olabilir, ancak içimde bir ses her yerin aynı olduğunu artık yer diye bir kavramın olmadığını söylüyordu. Sanki dünya yerle bir olmuştu. İnsan yapısı binalar dahil göğe yükselen hiç bir şey yoktu. Hatta dünyanın eğri büğrü yapısının nedeni çukurlar ve dağlarda. Düz bir yerdeydim. Bir tepsi üstünde sanki. Büyük bir tepsi üzerine kum ve moloz yığını serpiştirmişler ve beni içine bırakmışlardı sanki. Bu sakinlik bu sessizlik bana diğer iki adam kadar acı vermese de içimdeki heyecan ve tetikte olmamanın verdiği garip durum tarifi imkansız, daha önce hissetmediğim bir duygunun kapılarını açmıştı bana. Acım neredeyse dinmişti. Şaşkınlık ve yaşadığım gerçeklik duygusu bütün benliğimi kaplamıştı. Düşünemiyordum. Düşünme yitim sanki elimden alınıştı.

Dördüncü adamla göz göze geldiğimizde evimdeydim. Doğduğum ve yıllardır gitmediğim yerde. Hepimiz bir aradaydık ve bekliyorduk. Sanki bir şey olmamış gibiydi. Sessizliği bozan kapı oldu. Sakin adımlarla kapıya yöneldim. Düşünerek hareket etmiyordum. Programlanmış bir robot gibiydim. Kapıyı açtığımda karşımda dayımı gördüm. Geçen sene kaybettiğimiz dayımı. Ardından, babam, eniştelerim ve dedem geldi. Kapının ardında tanıyamadığım yüzlerce kişi vardı eve girmeyi bekleyen. Şaşkındım. Bu bir rüya olmalıydı yoksa ölülerin burada ne işi vardı. Kapının ardında içeriye girmeyi bekleyen bazı kişilerin ellerinde küçük çocuklar vardı.

Kapıyı kapatamıyordum ve her biri de eve girmek için yavaş adımlarla ilerliyordu. Evin içi çürük kokmaya başlamıştı. Kokunun nereden geldiğini tahmin edebiliyordum ama eve giren ölülerin görünüşleri o kadar mükemmeldi ki onlara toz konduramıyordum. Onların yanında bende kokuyor olabilirdim emin olun.

Eve girenleri engellemeye çalışmak yerine evde kendime yer bulmak için odaya girdim. Eve girenlerin hepsi ayakta odanın içerisinde bekliyorlardı. Nihayet oda dolduğunda hiç bir şey söylemeden öylece beklediler ne kadar öylece kaldık bilmiyorum. Tam o sırada bir sarsıntı oldu ve porselen gibi eve giren tüm ölüler kırılarak yere döküldü. Ortalığı bir leş kokusu kapladı. Kırılıp yere düşen ölülerin bazılarının içinden polenler uçuyor, bazılarından ise siyah bir duman eşliğinde çürümüş, kararmış, saçlara bulanmış et parçaları yayılıyordu.
Beşinci adamın gözlerinde karanlıktan çok grilik vardı. Sanki bir sis gibi çökmüştü gözlerine aralanan dumanın ardından kahverengi boş bir çorak alan gördüm. Gözümün alabildiğince uzanan düzlükte yerlerde kurumuş kan lekeleri vardı. Uzaktan sanki insan sesleri geliyordu. Yönümü sese doğru çevirdim. İnsanlar bir boşluğun önünde sıraya girmişti. Bir iki kelam ediyorlar daha sonra üzerilerine bir şey bastırmış gibi eziliyorlardı. Bir narenciye sıkacağı düşünün, arasında meyve olduğunuzu ve posanızın bile kalmadığını. Karşılaştığım görüntü tarif edilmesi zor bir görüntüydü. Ve bu işlem olurken, oldu bittiye gelmiyordu. Her bir insan yavaş yavaş eziliyordu. Belki de saatler sürüyordu bu. Gerçi o sıkacağın altında olduğunuzu düşündüğünüzde saniye bile bin yıllara denktir. Yukarıdan baskı başladığında insanın önce başı sağa eğiliyor. Sonra dizleri kırılmaya başlıyor. Sanki etrafında görünmez bir duvar ki diz üzerine çökemiyor bile. Sonra kemik sesleri duyuluyor kan çıkmıyor ancak. Ben kan görmedim. Ama insanların çığlıklarını duyabiliyorum.

Altıncı adamın gözleri beni tam anlamıyla kendine çekmiş ve karanlığında yok olmuştum. Sanki bir kara delikti. Ya kör olmuştum ya hiç bir şey görmüyordum. Boşluktaydım. Ayaklarım sabit bir yere basmıyordu. Sanki kendi etrafıma başıboş bir şekilde dönüp duruyordum. Etrafımda bir tur attığımda dünyayı gördüm. Uzaydaydım ve dünya insanlar gibi eziliyordu. İçerisindeki insanların çığlıkları kulaklarıma geliyordu…

****

Her şey siyaha büründüğünde bir koku hissettim. Keskin bir koku. Bedenim titriyordu, korku, şaşkınlık, acı içinde. Uzaktan bir ses duydum. “Abi, abi” diye. Yavaş yavaş kendime geldiğimde yanağımda betonun soğukluğunu hissettim. Başımda karton toplayan çocuklardan biri dikilmiş beni dürtüyordu. Aceleyle irkilerek ayağa kalktım. Bu bir refleksti istemli yapamayacak kadar titriyordum çünkü.

“İyi misin abi?” dedi ses.
“İyiyim” dedim ama iyi değildim. “Tansiyonum düştü” diye ekledim. Yavaşça yağa kalktım duvara tutunarak. Ezan daha bitmemiş olacak ki hocanın “Lâ ilahe illallah” değişini duydum ve ardından sustu. Kesilen parmağımda bir acı hissettim ancak görünen yerde bir şey yoktu. Yavaşça eve gittim binaların duvarlarına tutunarak. Parmağımdaki ağrı haricinde herhangi bir sıkıntım yoktu. Belki düşerken incitmiştim. Bir de yüzümün düştüğüm yanı acıyordu. Aynada kontrol ettiğimde ufak çizikler gördüm. Sıcak bir duş alarak uykuya daldım.

Deliksiz uyumuşum. Ertesi gün gece yarısı uyandım. Telefonumda onlarca çağrı ve mesaj vardı. Çoğu iş içindi. Ölsem kimsenin umurunda olmayacak diye düşündüm. Gerçi kapitalizm peşinizi bırakmıyordu.

Bir süre sonra ne parmağımdaki acı kaldı ne de yaşadığım yada hayalini gördüğüm o şeyler. Ta ki üzerinden iki sene geçip yolda karşılaştığım o kadını görene kadar. Kadını gördüğümde o hayalimde hissettiğim korkuyu hissettim ve tüm gördüklerim gözlerimin önünden tekrar geçti. Kadın yanıma yaklaşmış, ben ise put kesilmiş sabit bir şekilde ona bakıyorum. Kadın yanıma yaklaştı. Acıyan parmağımı tuttu ve baktı. Acım bin kat daha artmıştı gözlerimden yaş geliyordu ama bir türlü hareket edemiyordum.

“Diken” dedi. “Seçilmişsin.”

Ne nasıl diye tepki veremedim. Donmuş kalmıştım. Neye seçilmiştim, niçin seçilmiştim. Bilmiyordum. Kadın yüzüme öfke ve şefkat arası bir bakışla baktı. Parmağımı bırakır bırakmaz acısı da dinmişti.

Aradan yaklaşık bir sene daha geçti. Kadını gördüğüm yerlerde dolanmama rağmen kadını göremedim. O gün de birden gözlerimin önünden kaybolup gitmişti. Neye seçilmiştim, ne için seçilmiştim. Ya da bu uydurma mıydı bilmiyorum. Ancak şu bir gerçek ki her cuma akşam ezanından başlayarak yatsı ezanına kadar parmağım ağrıyordu. Akşam ezanında en yoğun ağrıyı yaşamakla birlikte yatsıya kadar kademe kademe azalıyor, yatsı okununca tüm acı tamamen geçiyordu. Birkaç kez doktorda gittim bunun için. Fiziksel olarak bir şey bulamadılar psikolojik dediler.

Psikolojik oluğundan ben de eminim.

SON