Cümleler…

 

Akşama doğru kurduğum bütün cümlelerin sayısı yüz elliyi geçmez. Bunla övünmüyorum elbet. “Cümle vardı da biz mi kurmadık” demek geliyor içimden, en tiksinç maskemi takınarak. “Neye cümle?”, “kime cümle?” asıl soru.

 

Normal bir şekilde konuşabilir miyim? Yani cümlelerim iş Türkçesinin dışına çıkabilir mi? Bir prova alsam en derinden…

 

İlk kez sahneye çıkar gibiyim. Ellerim titriyor, kalbim bin cialis almış gibi. Düz duvara tırmanır bin bir ağacı devirebilirim şimdi. Bu heyecan ikinci dünya savaşında kullanılan tüfekler gibi yarı yolda bırakacak beni. Kokuyorum. Dizginlerim başka ellerde. İfade özgürlüğünü savunuyorum elbet. Etrafımdakilere bile öğretemezken, devleti suçluyorum. Bakınız kendimi ifade etmek istiyorum. İfade ettiğimde üzülecek insanlardan korkuyorum. Bu onlardan korkmak değil, onları üzmekten korkmak.

 

Ancak bir yerlerden başlamalı. Kötü kimlikler takınıp, şuh bir kahkaha ile yeni yüzümü göstermeliyim onlara. Aslında olduğum yüzümü, yani sakladığım. Beni nasıl bilirsiniz diye sorduğumda, soru işaretleri ile dolacak yüzümü. Ne kadar gülümserim, ne kadar mantıklı…

 

“Bir akşamdı… Oda loş… Kafes delikleri mavi… Gündüzün son ışıklarıyla beraber, sanki odadan eşya da çekiliyordu: Levhalar, duvarın kararan zeminine batıyorlar, minderler sönüyor, iskemleler dağılıyor, ve hepsi, boğularak şekilsiz bir uçuşla kayboluyorlar…”* Cümlelerime bunlar oluyor. Kayboluyorlar ya da saklanıyorlar, başkalarına saplanmamak için. Beni ben olmaktan alıkoyuyorlar…

 

* Peyami Safa - Bir Akşamdı