Filme gitmişken sıcağı sıcağına bir şeyler karalayayım dedim. Tabi Türkiye’de korku filmi çekmek riskli iş bu riskli işe girişip devam edenlerden biri ise Hasan Karacadağ. Şimdi diğer Karacadağ film eleştirilerimi okuyanlar yine kedisini savunuyormuşum gibi bir görüşe kapılabilir ancak kesinlikle öyle değil. Bu tam anlamıyla gözlemlerin yaılması.
Gözlemler demişken blogta sadece filmlere yer veriyorum. Ancak filmi film yapan eğer sinemada izliyorsanız sinema salonu bir de. Filmi Fitaş’ta izledim. Beyoğlu’nun merkezinde her gün yüzlerce kişinin izlediği belkide Türkiye’deki en çok kazanan sinema salonlarından biri. Filmi 6 Numaralı salonda izledim. Ancak ne yalan söyleyeyim zamanında üç film izlediğimiz sinema salonlarından daha beter durumdaydı. Bulunduğum sırada koltuğun biri parçalanmış, koltuklar kirli, kolları düşmüş… Nasıl bir mantıkla böyle bir salon işletiliyor anlamış değilim.
Salonu geçtim, film başladı ancak seste problemler vardı. Bu problemin kopyadan kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Sanki birileri dürtüklediğinde ses düzeliyordu. Muhtemelen ses cihazında bir sorun vardı ve zaman zaman ses tek kolona cızırtılı bir şekilde düşüyordu. Bu Fitaş’ta karşılaştığım ilk ses sorunu değildi. Velhasıl kelam bırakın bu filmi diğer filmleri de Fitaş’ta izlememenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Tabi biraz da sinema izleyicimizden bahsetmek gerekir. Sinema salonları sevgililerin öpüşüp koklaşma yerleri olmaktan günden güne uzaklaşırken henüz sinemada film izleme adabını çözmüş diyebiliriz. Film esnasında yine gülüşmeler, yine konulmalar mevcuttu. Yer yer efektlerden dolayı yerinden sıçrayan izleyicilerin akabinde gülmelerinin tek açıklaması korkularını üstünden atmak yada kendilerine gülmelerinden başka bir şeyle açıklanamaz.
Bir korku filmde erkekten korku beklemek biraz saçmalık olur. Çünkü Türk erkeği korkmaz korksa bile bunu belli etmez yada boşa geçirir durumu geyiğe vurur. Çünkü erkek sinemaya sevgilisi/kız arkadaşı ile gider ve onların yanında sefil duruma düşmek istemez. Hal böyle olunca da Türk izleyicisine korku filmi beğendirmek biraz zordur. Birde bu film herkesin yarım yamalak bildiği bir konuyu içeriyorsa bu kendisine atıp tutma, gönlünü rahatlatma şansı verir.
Filmlerde kullanılan dil de izleyici üzerinde etkilidir. Nedense toplumda küfür edildiği zaman gülünür diye bir algı var. Bu algıyı yıkmadan karakterlere küfür ettirirseniz ister izlemez Türk sinema izleyicisi buna güler. Oysaki bir ürkme durumunda yapacağımız ilk şey ya dua etmek yada küfür etmektir. Burada senaristlerin ve yönetmenlerin de tercihlerini küfür yönünde kullandığını görüyorum. Bu filmde de olay dini bir boyuta taşınmış, kimse Allah, deyip duaya sarılmıyor. Unutmamak lazım ki bizde duayı sadece imamlar / hocalar yapmıyor.
Filme doğru adım atmışken yavaş yavaş cümlelerimi çevireyim. Filmin ilk dakikaları normal ötesi olgularla geçiyor. Bu olgular tıbbi olarak belirlenmiş ve karşımıza uyku problemi olan Ceyda T.’yi çıkartıyor. Ceyda T. tanımlaması neden verilmiş anlamış değilim. Son dönemde popüler diye mi? Zaten isimler değişmiş olay gizlenmiş T’yi vermenin amacı ne bilmiyorum. Neyse. Uyku problemi çeken Ceyda T hastanede tedavi olmayı reddedince, vede tedavisine devam ediyor. Ancak doktorlar evde kendisinin 24 saat kameralarla izlenmesi ile ilgili bir rapor yazıyorlar. Kamera olaylarına meraklı evin babası Sinan T’de evi kameralarla donatıyor ve kendisine de bir kamera alıyor.
Kameralar Ceyda’yı uyur gezerken yakalamaya başlıyor ama evde başka garip olaylar da dönüyor. Evin küçük kızı Burcu evde annesisin arkasında dolanan siyah büyük bir adamdan bahsedince, arkadaşları da bu işten etkilenince evde bir şeylerin döndüğünü anlıyorlar. Tabi bu süreçte inanıp inanmama dürtüsü hakim.
Araya girmek gerekirse aktüel kamera olayı bizim için biraz erken. Ya da evin belli noktalarına kamera yerleştirme olayı. Bu bağlamda oyunculukların daha doğal olması beklenirken bu filmde oldukça kötüydü. Aslında Dabbe serisinin bütün filmlerinde aynı kötü oyuncu işkencesini çektiğimizi görüyoruz. Bu filmde diğerlerinden farklı olmamış.
Aktüel kamera kullanımını bir yerde olabilir olarak karşılıyorum ancak kızı çığlık çığlığayken bir babanın kameraya sarılıp kızının yanına gitmesini aklım pek algılamıyor. Aynı şekilde büyük bir gürültüye kamerayla koşmasını. Sonuçta biz uzak doğu toplumu değiliz ki otu boku çekelim. Ama yerleşmeye başladığını da göz ardı edemeyiz.
Filmde en iyi oyunculuk küçük kız tarafından çıkarılmış diyebilirim. Ancak annesini ve olan biten olayları göstermesi Japon korku filmlerindeki çocukların parmakla işaret etmesi şeklinde olmasaymış sanki daha az göze batarmış. Nasıl erkeklerimiz kamera alıp koşmuyorsa çocuklarımız da o şekilde işaret etmiyorlar. Birde Japon korkulardan kalan kadınların saçlarının öne düşmesi olgusu var. Evet bilinç altımıza bu korkutucu olarak yerleşti ama sürekli gözümüze sokmaya gerek yok.
Filmin ilk bölümü daha bilimsel geçerken birden hikaye cin hikayesine kaymaya başlıyor. Alakasız yerde anlatılan bir cin hikayesi, akabinde ilgili gibi görülen Sinan’ın birden olaydan kopması ve bu sahne oldukça alakasız ve oyunculuk yönünden en kötüsüydü. Akabinde Sinan’ın arkadaşının ona bir şeyleri ispat etmek için Cinli köye gitmesi, sonrasında sanki bu köyde hiç bir şey olamamış gibi davranması kurgunun eksik yönleriydi. Filmin ciddi havasını bozan bir karakter varsa da o da bu karakterdi. Yalnız yapılan bir şeklimde sürekli konuşmaksa benim akıl sır erdiremediğim bir şey.
Eskiden köylerimiz de bu tür olaylardan çok bahsedilirdi. Ancak köylülerin tavırları konusunda bir türlü dikiş tutturamadık. Bir filmde konuşmayan yüzsüz köylülere rastlarken, bu filmde de gevezelere rastlıyoruz. Bu karakterin köyde gece yarına da kalması gereksiz bir ayrıntıydı. Zaman konusu filmin genelinde muallak ta kalmıştı.
Elbette filmde esinlenmeler çoktu. Çocukların o büyük kara adamı çağırma teşebbüsleri zaten en çok eleştirilen Paranormal Activity olgusunu daha çok ayyuka çıkarıyordu. Filmdeki en gereksiz sahnelerden biri de Sinan’ın annesinin kurşun döken kadınla birlikte eve gelmesiydi. Ceyda’nın da kaynanasına verdiği tepkiler cabası. Kurşun dökme sahnesinde yaşanan onca olaydan sonra ki sıcak suyu kurşun döken kişinin yüzüne dökmek suretiyle yakıyorsunuz ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi bu iki karakterin hayatlarından çıkması göz ardı edilebilecek gibi değildi. Bir ayrıntı da gündelik kullanılan kap kaçakla kurşun dökülmemesi. Birde yanlış hatırlamıyorsam bakır olurdu bu kaplar. En azından anneannem bu şekilde yapardı bu işi.
Film sonuna yaklaşırken hikaye bildiğimiz cin vakasına dönüyor. Ev sakinleri olayın bir cin vakası olduğuna kanaat getirince bir hoca buluyorlar ve hoca bir dedektif gibi tüm olan biteni çözüyor. Bir büyü ile karşı karşıyayız. Hoca büyünün peşinde koşarken, durumun eve gelen hizmetliden kaynaklandığını anlaşılıyor. Büyünün kaynağı içinse kadının evine gidiliyor.
Burada işler çözülüyor. Yani aslında çözülmüyor. Hikaye son buluyor ama kime ne olduğu durum buraya niye geldi hepsi muallakta. Kurgu açısından büyük sorun var filmde. Kadının cinli köyde bir cinin karısı olduğu ve bu cinden hamile kalıp çocuğunu doğurduğunu biliyoruz. Çocuğu öldüren köy halkını da öldürdüklerini. Ancak bu aileye neden sarktığı merak konusu. Burada en mantıklı açıklama kıyamet alametlerini başlatmak yönünde olabilir ama kendisi de sonunda ölüyor. Yani filmde burada anlaşılmayan fazla nokta var.
Hikayenin içinden çıkıp biraz daha genel olarak baktığımızda, oyunculuğu, kurgusu başarısız, hikayesi yetersiz bir film var karşımızda. Diyaloglar yine kötü ve yer yer anlamsız. Ancak hikaye esinlenmeler yaşasa da özgün bir hikaye. Özel efektler çok fazla sırıtmamış oldukça başarılıydı. Filmin tek korkutan kısmı yönetmenin diğer filmlerinde de rastladığımız gibi seslerdi. Sesleri kıstığımız taktirde, filme çoğu kişinin tepki vereceğini düşünmüyorum. Bu tarz filmlerde görsel korkudan çok işin psikolojik boyutunu da iyi yansıtılması gerekli: Ben filmde verilmek istenen korkuyu hissedemedim. Bu da filme adapte olup gerilmem konusunda sorun yarattı. Tabi benim gerilmem pek kıyas teşkil etmez.
Görüntüler ve sesler diğer filmlere oranla daha anlaşılırdı. Sanıyorum yavaş yavaş filmlerimizdeki bu ses problemini çözmeye başladık. Tabi yer yer efektle kaynayan diyaloglar anlaşılmazdı ama düzeleceğini umuyorum. Filmde aktüel kamera kullanılması ona bir artı sağlamamış. Bence normal teknikle çekilse daha etkili olurdu. En azında bir takım kişiler tarafından eleştiriye maruz kalmasını engellerdi.
Bence filmin en başarısız kısmı afişiydi. Tamam reklamı güzel yapıldı, yayına girme tarihi iyiydi ama afiş kesinlikle berbat. Aynı şekilde filmin ismi içinde çok iyi diyemeyeceğim. Karacadağ’ın bir kıyamet üçlemesi fikri vardı. İyi bir fikirdi ama şimdi yerinde yeller esmekte. Bari Dabbe ismini sürekli kullanmasa da hevesimizi kaçırmasa.
Filmin ilk yarısı bekleneni vermese de ikinci yarısı yani hocanın girmesi ile birlikte filmin aksiyonu artarken tatmin katsayısı da artıyordu. Büyünün ortaya çıktığı sahne, sadık hocanın tepkileri, okuduğu dualar filmin en etkileyici kısmıydı. Büyü malzemeleri, fotoğraflar, çizimler, köyde kullanılan mekanlar, büyücü kadının evi oldukça başarılı bir şekilde gösterilmişti.
Aslında film Paranormal Activity kopyası değil. Bu tarz filmlerden onlarcası çekildi. Bir film bir akım başlattı dersek bundan sonrakiler için kopyası olarak bahsedemeyiz. Blogtada yazdığım gibi bu tarz bir çok filmi izledim ve içerinde bu en kötüsüydü diyebileceğim bir film değil Dabbe : Bir Cin Vakası.
Özetlemek gerekirse, ne çok iyi ne çok kötü ortalama bir film var karşımızda. Sinemada izlenecek bir film değil. Bununda sebebi diğer izleyici faktörleri. Bence evde sesini açıp izlemek bir de karanlıkta ve geceyse daha çok etki yaratacaktır. Umarım Karacadağ, diyalogları bir başkasına elden geçirtir, oyuncuları daha iyi seçer de eleştirilecek konu sayısı düşer. Bir önceki filminden kat kat iyi bir film.
Yönetmen – Senarist: Hasan Karacadağ
Oyuncular:
Koray Kadirağa | … |
Sinan T.
|
|
Nihan Aypolat | … |
Ceyda T.
|
|
Elif Erdal | … | ||
Pervin Bağdat | … | ||
İsmail Yıldız | … | ||
Mete Şahinoğlu | … |
Linkler:
Siz ne düşünüyorsunuz?