dalgalanmalar…

Bugün ne okayacak ne de yazacak gücü görebiliyorum kendimde. Buna rağmen bir kaç tuşa dokunup anlamlı cümleler oluşturmaya çalışmak üzerindeki bulutlu havayı kaldıracak düşüncesiyle, parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirmeye başladım. 
Az önce Goddess Artemis‘in hediyelerinden biri olan Hayao Miyazaki‘nin Kiki’s Delivery Service (1,2) amimesini büyük bir ilgi ile izledim. Goddess Artemis‘e özel teşekkürlerimi sunuyorumve sanırım Kiki’s Delivery Service‘in küçük bir tanıtımını çarşamba günü yapacağım…
İnternet gaeteletinden şöylebir dolaştım. Çoğu kötü haber arasında hani benide pek ilgilendiren Marmara fay hattının hareketliliği hakında haberlere rastladım. Dün akşam annem de telefonla aramış televizyon izlemeyen oğlunu, Marmara’daki hareketlilik yüzünden uyarmıştı. Ben ise şu zamana kadar hiç bir şey hissetmediğimi söyledim. Bir sorundur ki depremleri hissedemiyorum ben. Acaba o çalkanılı döneminde İzmitte bulunduğum için mi artık ufak tefek sarsıntıları hissetmiyorum yada askerliğimi denizci olarak yapıp sürekli sallandığım için mi bilmemiyorum ama sanıyorum ki şu sallantıları hissedenler vardır. Yoksa televizyonlar/gazeteler neden insanları ayğa kaldırmak için böyle haber yapsınlar ki?
Vücudum ağrıyor biraz, sırtım… Şöyle boynumdan aşağıya doğru. Bütün gün sandalyede ikamet ettiğimden midir yoksa yatağımı beğenmediğimden mi bilinmez ama sırtım ağrıyor. Bazen omuzlarımın düştüğünü hissediyorum. Her sırtım ağrıyor dediğimde, Defne Turaç‘ın “Sırt ağrısı, kalp ağrısının bittiği yerde başlıyor.” cümlesi geliyor aklıma. Gülüyorum. Öyle komik bulduğumdan değil, umutsuzluğuma yenildiğim için. Evet bu iddialı bir cümle oldu. 
Bu gün Kiki’nin uçtuğunu görünce fırtınaya, soğuğa, kara, kışa aldırmadan bir uçma hisssi uyandı çimde. Uzun zamandır Özgürlükiçin.com‘da bakınıp durduğum Stellarium paketini indirip  kurdum. Yıldızları izlemek ne güzel ve onlara dalıp öylece baka kalmak. Yıldız deyince neden aklıma Stardust geliyor. Ah Yvaine! Yine bir hatırlama gününün arifesindeyim sanırım. Bırakın beni…
Düşüncelerim o kadar dağınık saldırıyor ki bana savunmasız parmaklarım her birini yansıtmakta zorluk çekiyor. Çoğunu atlıyor bazı haerflerin yerini karıştırıyor. Belli evet onlar da isteksiz.
Yine akşam oldu hemde yine evden çıkmadan. Zaten vücudum şehrin gürültüsünü kaldıracak durumda değil. Evet bu daha iyi oldu bir animeye daha başlamak… Kaldırılamayacak durumda iken hayatı…

Yorumlar

“dalgalanmalar…” için 4 yanıt

  1. noreply@blogger.com (Goddess Artemis) avatarı
    noreply@blogger.com (Goddess Artemis)

    Rica ederim, beğenmenize sevindim! :o)

    Böyle dalgalı havalara iyi gelecek, insanın içini yumuşatan, rahatlatan bir güzelliği var Majô no Takyûbin'in. Lodos sonrası durulan deniz gibi hissediyor insan.

    Asıl, Aragami'yi nasıl bulacağınızı merak ediyorum.

  2. noreply@blogger.com (kişisel depresyon anları) avatarı
    noreply@blogger.com (kişisel depresyon anları)

    Evet Miyazaki filmlerinden sonra hep bi anormal hissederim kendimi, Bu filmde de farklı olmadı…
    Bir kaç anime sonra Aragami'yi de izleyeceğim bakalım nasılmış 🙂

  3. noreply@blogger.com (gökçe) avatarı
    noreply@blogger.com (gökçe)

    bir pazartesi sendromu daha..?..ah yoksa salımı demeliydim..20lik dişim gidince 20 li yaşlarımda mı gitti…her salı sabah 9dan gece 11e kadar telefonlara bakmak müşterileri memnun etmek için onlara yawşamk ölüm gibi gelio..yaşlanıomuyum artık ne!?..

  4. noreply@blogger.com (kişisel depresyon anları) avatarı
    noreply@blogger.com (kişisel depresyon anları)

    yaşlanmaktan çok süreklilik öldürüyor insanı. bir yere kadar tamam evet ama bir yerden sonra değişiklik yapmak şart…
    ama nasıl yapmalı o da ayrı bir sorun…
    lanet olsun…

Siz ne düşünüyorsunuz?