Yönetmen Jean-Marc Vallée‘in Café de Flore filmini beğeni ile izlemiş hakkında güzel yorumlar yapmıştım. Dallas Buyers Club ile yönetmen yine başarılı bir işe imza atmış. Ancak iki film arasındaki en büyük fark yönetmen Dallas Buyers Club ile direkt Oscar’a endeksli film yapmış ve Oscar’ı elde etmenin tüm niteliklerini taşıyor film. Muhtemelen bu seneki Oscar ödüllerinden de bir kaç tanesini toplayacak.
Film Ron Woodroof isimli aids hastasının gerçek hayat hikayesinden uyarlanmış. Bu uyarlamayı senaryo da yazdığını bildiğimiz Jean-Marc Vallée değil, Craig Borten ve Melisa Wallack yazmış. Bu nedendir ki etkileyici bir hikaye ve senaryo ortaya çıkarken aynı zamanda kontrolü elinden bırakmayan bir senaryoda görüyoruz.
Senaryo iki tarafı da idare eder nitelikte. Devlerin sağlık sektörünü nasıl para ile çevirdiğini gözlerimizin önüne seriyor. Aynı zamanda sistemi eleştirirken yaptığı küçük oyunlarla da aslında sistem içerisinde de iyi insanların olduğunu gösteriyor. Film bittiğinde ise aslında kim iyi kim kötü arada kaynamış oluyor. Filmde safi bir eleştiri yok her iki kutbu sütliman tutmak için yapılmış bir senaryo var.
Film başarılı bir film olmasına rağmen klasik Oscar filmlerinden biri. Yani hikayenin işleyişi öyle. Son dönem Oscar adayı ya da Oscar alan filmlerin tümünde aynı yapı mevcut. Filmin giriş ve gelişmesi oldukça başarılı ve insanı ekrana kitliyor ama bir yerden sonra ki ana karakterin Meksika’ya gitmesine tekabül ediyor bu, hikaye birden tarz değiştiriyor ve biz karşımızda tam anlamıyla farklı bir karakter ve hikaye buluyoruz. Bu da kurguda biraz olsun afallamamızı sağlıyor.
Bilhassa sene geçişleri o kadar keskin ki zaten alışmaya çalıştığımız yeni karakterle bir türlü empati kuramıyoruz. Bu sebeple hikayede var olan yan karakterler biraz anlamsız geliyor. Mesela Doktor Eve karakterinin varlığına bir türlü anlam veremedim ben. aynı şekilde iyi polis arkadaşı sanki devletin masum tarafını gösterir gibiydi. Ron Woodroof gibi aşırı homofobik birinin birden bire saf değiştirip Rayon karakteri ile iş yapmaya başlaması ve çok iyi arkadaş olması ayrı bir konu. Tabi ki olamaz demiyorum ama film bunu tam anlamıyla veremiyor.
Tüm hayatını içki, uyuşturucu, kadınlarla geçiren Ron hastaneye kaldırıldığında kendisinde HIV virüsü görülür. İnsanlar arasında eş cinsel hastalığı olarak olarak görülen AIDS’i Ron başlarda kabul etmez. Bundan kimseye de bahsetmez. Araştırmalara başlar ve aslında kadınlardan kaptığını da öğrenir. Bunu en yakın arkadaşı ile paylaşır. Tabi bu kısa zamanda duyulur ve Ron çevresi tarafından dışlanmaya başlanır.
Doktorların dediğine göre Ron’un 30 günü kalmıştır. FDA’nın araştırmalarını yaptığı AZT ilacını kullanmak ister ama bu sadece belirli kişilere verilmektedir. Ron el altından AZT alır ve kullanmaya başlar. Ancak bu durumunu daha da kötüleştirir. AZT emin ettiği hastane çalışanından Meksika’da bir doktorun adresini alır ve ona gider. Burada tedavi görürken aslında AZT’nin yararından çok zararının olduğunu öğrenir. Burada doktorun yaptığı ve tavsiye ettiği ilaçları kullanmaya başlar.
Ron, Amerikaya dönerken yanında bu ilaçlardan kaçak sokar ve bunları el altından AIDS hastalarına satmaya başlar. Bu satışı yapmasında Rayon’unda etkisi büyüktür. Tabi usulsüz bir iş yaptığı içinde FDA ve hükumetle başı derde girer. Devlet FDA’yı destekleyen bir kanun çıkarır ve Ron bu kanunu mahkemeye verir ve mahkemeyi kaybeder.
Filmde Ron’un ilk 30 günü oldukça akıcı giderken, sonraki sahneler tempoyu düşürüp izleyiciyi sıkmayı başarıyor. Filmin yaklaşık iki saat sürüyor biraz daha uzatıp aslında karakter değişimleri ayrıntılı bir şekilde verilebilirmiş. Burada Ron’un para kazanmaya çalışmaktan başka bir şey yapmadığını görüyoruz. Gerçi Rayon’un ölümünden sonra biraz yumuşama görüyoruz kendisinde ama tam anlamıyla kesin kanıya varmamızı engelliyor bu durum. Ben hala soruyorum kendime Ron bir kahraman mı diye.
Belirttiğim gibi film Oscar yakınlarında onun istek ve arzularıyla şekillenen bir film. Oscar alacağı kesin ve bu muhtemelen oyunculuklarıyla olacak. Matthew McConaughey‘in film için o kadar kilo vermesi zaten başlı başına Oscar sebebi ama McConaughey’in oyunculuğu da oldukça iyi ben kendisinden böyle bir performans açıkçası beklemiyordum.
Oyunculuk konusunda bir diğer isimde Jared Leto‘ydu. Zaten kendisini çok severim ve bu filmdeki performansı da çok doğal ve başarılıydı. Bu iki isim haricinde filmde ekstra performans göremedim. Neden olduğuna anlam veremediğim Eve karakterini canlandıran Jennifer Garner‘da oldukça sıradan bir oyunculukla karşımıza çıkıyor.
Bence olayları bu kadar dallanıp budaklandırmak yerinde daha az karakter ile daha sakin bir şekilde olayı aktarabilirlermiş. İyi bir hikayeye açıkçası daha sert ve daha çarpıcı bir film beklerdim. Tabi bu yazdıklarım filmin iyi olmadığı anlamına gelmiyor ancak son dönem Amerikan sinemasının sistematik iyi filmleri arasında yer alıyor. Son dönem bu şekilde iddialı filmlere baktığınızda bunu anlayabilirsiniz. Her en olursa olsun ben filmin izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve umarım Jean-Marc Vallée yine eskisi gibi film çeker.
Yönetmen: Jean-Marc Vallée
Senaryo: Craig Borten, Melisa Wallack
Oyuncular:
Matthew McConaughey | … |
Ron Woodroof
|
|
Jennifer Garner | … |
Eve
|
|
Jared Leto | … |
Rayon
|
|
Denis O’Hare | … |
Dr. Sevard
|
|
Steve Zahn | … |
Tucker
|
|
Michael O’Neill | … |
Richard Barkley
|
Linkler:
http://www.imdb.com/title/tt0790636/
Siz ne düşünüyorsunuz?