Duyduğumu düşünmüyordum. Yaşımla birlikte büyümeye devam eden tek uzvum olan kulaklarıma vakti zamanında “kepçe” gibi lakaplar takılmamış olsa da; an itibariyle, sadece yaşımın verdiği ağırlıkla insanların diline dolambaç olmadığını düşünüyorum. Aslında kolaylıkla kurulabilecek tek cümle arasından bile nasiplenecek şekilde büyümüş, yıllardır ne işe yaradığını bilmediğim artık bir kadayıf teline dönmüş kulak kıllarım eşliğinde, musikinin en güzel ürünlerinin tanık etmiş ve keyfine varmıştım bir zamanlar. Tabi vakit daha kapıya yanaşmayıp, ömrün hududuna kapak atmaya başlamamışken bu dediklerim. Çoğu insan, yüzlerine vuran samimiyetsiz kibarlık sebebi ile hala genç olduğumu haykırsa da, ben artık fizyolojimin bu cümlelere ayak uyduramadığını biliyorum. Kendimi kandırmıyorum başkaları gibi. Altım bu üstüm bu ve ben ortasında sıkışmış ahlar vahlar kurulu…
Yıllar ısırgan otlar gibi ve ben içlerinden geçtikçe, vücudumun azap veren kaşıntılarına kayıtsız kalamıyorum. Vurduğum her tırnak darbesi derimin büzüşmesiyle eş değer. Biliyorum bir süre sonra kahve rengine çalan derim; sönmüş, vitaminsizlikten beyazlara esir olmuş tırnaklarımın arasından bir kir yığını olarak, öbek öbek toplanmış dökük saçlarımın arasına karışıp gidecek banyo giderinin ızgarasının arasından. Bir tıpa bile yerine koyamayacak onları. Bazen bedenimin de ölmeyip böyle akıp gideceğimi düşünüyorum.
Huzursuz yaşıyorum. Belki eriyip yok olmayı düşlerken, yitirdiğim hayallerin peşinden koşarken üzerime sinmiş yorgunluğum, belki de tamamıyla tatminsizliğimin verdiği huzursuzluk bu. Ne olduğu kimin umurunda. Sonuç ortada zaten, kimine göre yağ ve balla attığım kaşık, üzerimize düşen suçsuz kanların ağırlığı altında ezilmiş ve ne yazık ki yüzümüze gülen çirkefliğin karşısında bizde bu dehlizden, anlamını karıştırarak, yüzerek çıkmaya çalışıyoruz. Başımda bir çekiç her seferinde kıvrılan vücuduma inan darbeler. Lakin ben acıyı içime atarım. Kusmadığım zamanlar…
Siz ne düşünüyorsunuz?