Dream House

Film vizyona girdiğinde çok izlemek istemiştim. Ancak o sıralarda İstanbul’da film festivalinin olması ve festival filmlerinden kafayı kaldıramamamdan dolayı filmi izleyememiştim. E tabi bir süre sonrada insan unutuyor izlemesi gerektiğini. (İzlemeyi gereklilik olarak algılayan ben.)

Tabi filmin kadrosuna bakmak filmi izlemek için bir sebep. Daniel Craig (kendisine kanımın ısındığını söyleyemeyeceğim), Naomi WattsRachel Weisz (iki isme de bayılırım) gibi isimlerin bir arda toplanması, afişin çekiciliği, fragmanın uyandırdığı merak filmi izletmek için birebir. Ancak filmi izlediğimde aslında o akdar da başarılı olduğunu görmedim. Evet oyunculuklar oldukça başarılıydı. Ancak hikaye ve kurguya dair içime sinmeyen bir eyler vardı.

Film ilk dakikalarından itibaren aslında insanı yanlış yönlendiriyor. Farklı bir hikayenin içerisinde yeni taşınılmış bir evde hayalet ya da manyak bir katilin saldırısını beklerken karşımıza apayrı bir şey çıkıyor. Belki de filmde yanlış/eksik olan şey, tüm bu öğelerin aynı anda kullanılmak istenmesi. Bu da izleyiciyi şaşırtmak yerine, hikayeler arasında kopuşa anlamasında zorluklara sebep oluyor. Bu özelliklerde çok film izledik ancak bu filmde biraz zorlama olduğunu hissettim.

Will karakteri öncelikle işinden istifa eden bir editör olarak karşımıza çıkıyor. Aldıkları bir eve doğru yolculuk yapar burada karısı Libby ve iki kızı onu karşılar. Ev tadilatı ve yerleşme işleri derken, Will’de kitap yazmaya başlar. Ancak günün birinde evlerine birinin girmeye çalıştığını görürler. Will durumu polise haber verir, sorar araştırır kimsenin kendisine alaka göstermediğini kale almadığını görürüz. Karşı komşuları da onlara garip davranmaktadır. Will olayın üzerine gidip araştırdığında ise aslında bu evde bazı cinayetlerin olduğunu öğrenir. Aslında bu cineyetleri işleyen de kendisidir.

Bu dakikadan sonra Will ile birlikte gerçeği görürüz. Evi bir harabedir. Ev içerisinde ölen karısı ve çocuklarını görmeye başlar. Aslında kendisi akıl hastasıdır ve hastahaneden çıkartılmıştır. Bu kez gerçekleri olduğu gibi görürüz. tabi bu durumda bir insanın hastahaneden salınması biraz garip bir durum çıkartıyor ortaya. Will karakterinin yaptığı uzun tren yolculuğu da cabası. İki hikaye arasındaki geçişlerde soru işaretleri oldukça fazla.

Tüm bu olanlarla birlikte hikaye gerçeğe döndüğünde bir de Will’e yarım eden karısı var. Burada da hikaye biraz hayalet hikayesine dönüyor. Ama hayalet midir, yoksa yine Will’in hayal ürünü müdür kesin bir kanı vermiyor bize. Filmin eksik noktalarından biri de kesin bir şey söyleyememesi. Sürekli bir şeylerin ucu açık ve bu olasılıkları da düşünmek izleyiciyi yoruyor.

Filmin en güzel kısmı ise zaten kitap yazmaya niyetli olan Will’in kendi hayatını yazmasıydı. Filme genel olarak baktığımda çok kötü bir film diyemeyeceğim ama, karşımızda çok iyi bir filmde yok. Zaten filmi tanınır kılan oyuncuları. Tanınmamış oyuncuların yer aldığı bir film olsaydı kıyıda köşede kalır hiç duyulmazdı.

Filmde gereksiz müzik kullanımı yoktu. Genel olarak filmin renklerini beğendiğimi söyleyebilirim. Yaratılmak istenen atmosferi anlatan tonlar kullanılmıştı. Ancak klasik sahneler ve çekimlerin ötesinde bir yönetim gördüğümü söyleyemeyeceğim. Bu açıdan oldukça sığ bir filmdi. Özetlemek gerekirse fazla beklentiye girmeden boş vakitte izlenebilecek bir film.

Yönetmen: Jim Sheridan

Senaryo: David Loucka

Oyuncular:

Daniel Craig
Will Atenton
Naomi Watts
Ann Patterson
Rachel Weisz
Libby
Elias Koteas
Boyce
Marton Csokas
Jack Patterson
Taylor Geare
Trish

Linkler:

http://www.imdb.com/title/tt1462041/