bu ben miyim? bu benim yansımam mı? şimdiki anım, geleceğim, içi boş geçmişim? dökülen satırlarımda var olmayan bedenim mi? aynalar neden uzak bana? bedenim gözlerimin önünde neden çürümekte, rüyalarımdaki gibi. kelimelerin tarif edemediği bir sızı. kırılmış ön dişimin ortasından çıkan ince ipliğimsi şey. ne kadar kesersem keseyim sürekli uzayan. çürüyen bedenimin son ayakta kalan kısmı mu bu? dilime takılan içimi gıcıklatan o his. bu ben miyim? tarif ettiğim ve aynada yıllardır göremediğim beden. kendimi nasıl tanımalıyım?
ellerim satır aralarına kayıyor şimdi. dilimde acı kahve tadı sokakların süslediği sessiz ruhlarla oynuyorum. birbirinden, habersiz dans eden, her adımda bir titreme olarak üzerime düşen yağmur damlalarına yenik düşüyorum. şifasız bir hastalığın ilk tohumları bunlar. içimdeki titreme elimdeki acıyla birleşerek midemdeki hazımsızlığa ek oluyor. yüzleşmeye çalıştığım ne ya da keşfetmeye çalıştığım. sessizce akıttığım ömrümün feryatlarımı bunlar? ne olur sus?
“ey kendini bilmez insan, son cümlelerini savur ölmeden önce.”
beni kim acıta bilir? bir kadın, bir erkek, bir çocuk, herhangi bir insan, bir hayvan yoksa, birbirine geçmiş türler mi? geçmişim kadar kim yargılayabilir beni? eğer ruhum acı çekmeyecekse bedenimi al, eğer ruhum acımaya devam edecekse bedenimle birlikte çürüsün ki onu parçalayabileyim. bu kadar acı nerede? benliğim kendinden bihaber bu kadar zedeleyebilir mi kendini? kime ait bu kimle kurulan empati?
iyice toz olmadan…
Siz ne düşünüyorsunuz?