Pek adı sanı duyulmamış eski Türk yazarlardan biri de Emin Nihat Bey. Kendisini tanımamızı sağlayan ise eseri “Müsâmeretnâme” yani “Gece Sohbetleri” adlı eseridir. Müsâmeretnâme modern Türk öykücülüğünün ilk örneklerinden sayılmaktaymış.
Yazar 4 Şevval 1254 yılında doğmuş. Hayatı boyunca öksürük illetinden kurtulamamış. Bu öksürük bir süre sonra onu uykusuz kılar olmuş. Bu sebepten dolayı geceleri uyumak için afyon alır olmuş. Uzun süreler bu şekilde hayatına devam etmiş. Aldığı ilaçlar da öksürüğüne faydasız olmuş.
Öksürük o kadar sorun olmuştur ki gıda da alamamaya başlamıştı. Bir süre yumuşak pişmiş pilav ve sebze yiyebiliyorken, bir süre sonra onları da yiyemez olmuş. Pişmiş süt ile az pirzola ile hayatını sürdürmeye çalışmış. Ancak bunların tamamının hazmında sorun yaşamış. Sindirime yararlı olur diye doktorların önerdiği her şeyi yapar. Hazmı kolaylaştırır ümidi ile Kızıltoprak’a gider. İşte Kızıltopark’ta. Müsâmeretnâme’nin yedi öyküsü ortaya çıkar. Ancak Emin Nihat Bey bu dönemde et suyu ile beslenmeye başlar.
Ancak doktorlar ne acılarını, ne öksürüğünü dindirebilmiştir, ne de açlığına çare olabilmişlerdir. Nihayet Emin Nihat Bey kırk iki yaşında vefat eder. Arkasında ise Müsâmeretnâme’yi bırakır.
Müsâmeretnâme aslında 10 hikayeden oluşmaktadır. Ancak benim okuduğum Beyaz Balina Yayınları’ndan çıkan kitapta üç hikayesi bulunmakta. Kitabın devamı oladuğu konusunda da hiç bir açıklama yok. Araştırma yapana kadar bende kitabı üç hikaye sanıyordum. Zaten kendi internet sitesinde kitapla ilgili bir bilgiye de rastlayamadım.
Müsâmeretnâme halkın hikayeleri ile batılı hikayelerin birleşmiş hali gibi. Hikayeler uzun ve soğuk kış gecelerinde bir araya toplanan bir kaç arkadaşın başlarından geçen yada duydukları olayları anlatmasından oluşuyor. Gruptan biri her gece bir hikaye anlatırken, hikaye hakkında konuşur tartışırlarmış.
Okuduğum kitaptaki hikayeler ise şöyle:
Binbaşı Rıfat Bey’in Macerası: Binbaşı Rıfat Bey, can sıkıntısı sebebi ile dolaşmaya çıkar. Arkadaşlarını arar ve onlardan kendisine eşlik etmelerini ister. Ancak arkadaşları bahaneler uydurur ve onunla gelmek istemezler. Rıfat Bey, Sarıyer tarafına gitmek için vapura biner. Havanın güzelliği sebebi ile vapur o kadar doludur ki oturacak yer bulamaz. Yolculuk esnasında sohbet edecek birilerini ara ancak kimsenin kendisi ile bir olduğunu düşünmez. Ancak yanı başında elli beş yaşlarında bir adam oturmaktadır. Adam elinde Fransızca, Osmanlıca, İngilizce yazılı bir defter taşımaktadır. Rıfat Bey adamın sohbet etmek için birebir olduğunu düşünür ama lafı nasıl açacağını bilemez. Derken birden sohbet başlar. Meğer adam da onunla konuşmak için can atmaktaymış. Yolculuk boyunca iki adam konuşur. O kadar iyi anlaşmışlardır ki adam Rıfat Bey’i evine davet eder. Rıfat Bey adamın ısrarına dayanamayıp daveti kabul eder. Evde ise iki genç kız bulunmaktadır. Onlarda babaları gibi bilgili ve saygılıdır. Derken birden iş için çağrılır ve evi terk eder. Misafirini de kızlarına emanet etmiştir. Aradan saatler geçmesine rağmen adam geriye dönmez. Kızları bilhassa küçük kızı Rıfat Bey ile çok yakından ilgilenmeye başlamıştır. Ona içki ikram eder, daha sonra odasına çıkmaya ikna eder. Rıfat Bey durum karşısında şaşırsa da güzel kızın teklifini geri çeviremez. Ancak kızın başka planları vardır.
Vasfi Bey ve Mukaddes Hanım’ın Macerası: Vasfi Bey küçük yaştan itibaren Mukaddes Hanım’a aşıktır. Ancak bunu dile getiremez. Bir süre sonra birbirlerinden uzaklaşırlar ve ayrı düşerler. Ancak Vasfi Bey’in aşkı azalmakla kalmamış artmıştır da. Günün birinde Vasfi Bey, Mukaddes Hanımı tekrar görür ve içindeki aşk alevlenir. Na yapacağını bilemez. Küçük yaştan beri yanlarında bulunan ve tek arkadaşı olan kahyasına durumu anlatır. Kahya ne yapıp eder bu iki aşık arasında mektup alışverişi yaparak aşklarının yaşamasını sağlar. Vasfi Bey durumu babasına söylemek ister ama babası da onun bir arkadaşının kızı ile izdivacını istemektedir. Vasfi Bey babasına utana sıkıla durumu anlatır. Babası kendisine karışmayacağını başının çaresine bakmasını söyler. Bu durum Vasfi Bey’in canını sıkar. Durumu Mukaddes Hanım’a da söyleyemez. Tam bu sırada Mukaddes Hanım’ın babasının tayini Trabzon’a çıkar ve gitmek zorunda kalırlar. Vasfi Bey, haber getirsin diye kahyasını da oraya gönderir ve işe aldırtır. Ancak ilk başlarda on beş günde bir mektup gelmesine rağmen mektuplar seyrelir. Kahyanın son mektubu ile Vasfi Bey yıkılır. Mukaddes Hanım hastalanmış ve ölmüştür. Vasfi Bey kahrolur ve intiharı düşünür. Ancak yaşlı bir tanıdıkları ona sabretmesini söyler. Sabrettikçe de Mukaddes Hanım hakkında gerçekleri öğrenir.
Atiye Hanım veya İhsan Hanım ile Uşağının Macerası: Kitaptaki en uzun ve karışık hikaye buydu. 1265 yılında Ramazan yaz aylarına rastlamıştı. Kadir gecesi ise geleneksel Selam Alayı olurmuş. Bu selam alayını herkes izlemeye gidermiş. Yollar ateşli maytaplarla aydınlatılmıştır. Hacı Nafiz Efendi’nin hanımı da alayı izlemek için çocukları ve misafirleri yola koyulur. Küçük kızları bir adamı kahyalarına benzetince çocuğu o adama verir. Bu sırada, maytaplardan bir ateş sıçrayarak kalabalıktan birilerinin yanmasına sebep olur. Bu sırada bir curcuna çıkar ve herkes kaçışır. Küçük kız da ortadan kaybolmuştur. Kızı taşımak için alan adam kızı bir bakkalın önüne bırakır. Bir süre gelmeyince bakkal işkillenir. Bir adam yanaşarak kızı tanıdığını ve onu evine bırakabileceğini söyleyerek alır. Bu adam Daniş Bey’in kahyasıdır. Daniş Bey küçük oğlunu kaybetmesi ile birlikte yalnız kalmış acısını hafifletmek üzere küçük bir köle çocuk almaya gitmiştir. İstediği gibi bir çocuk bulamayınca geri eli boş dönerken bu çocuğu görür. Aslında Daniş Bey erkek çocuk istemektedir ama bu kıza da kanı çok ısınmıştır. Öncelikle onu geri vermeyi düşünür ama onu o kadar çok sevmiştir ki bunu yapamaz. Ona İhsan adını verir. Büyüyene kadar İstanbul’da kalırlar ve büyüyünce de başka bir şehre giderler. Daniş Bey vefat ettiğinde ise İhsan Hanıma büyük bir miras bırakır. İhsan Hanım İstanbul’a taşınır ve yeni bir hayat kurar. Bir süre sonra evlilik hazırlıkları yapmaya başlar. Doğru birini bulduğunu sanır ancak kocası hovarda biridir. Onu yola getirmek için çabalar.
Kitap Arkası
O sırada gündüzleri kaleme gidip gelirken bazı kere Aksaray Caddesi’nden sağa saparak Mukaddes Hanım’ın konağı önünden dolaşıp, bir şekilde derdimi anlatacak bir çare bulmayı ümit ederdim. Bununla beraber, oradan gelip geçtikçe, Reyhan Ağa ekseriya, ya konağın penceresi veyahut kapısı önünde gözüme ilişirdi. Reyhan Ağa durumu bildiğinden, oradan geçtiğimi göre göre ne düşündüğümü anlar düşüncesiyle, orada dahi normal kaidelere uymaya mecbur olup, en fazla haftada iki-üç kere geçebiliyordum. Böyle hesaplıca geçmekle, gerek kendimin ve gerekse sevgilimin ismini koruma gayretinde de bulunurdum. Yani bu şekilde hareket ederek bir sonuç elde edecek gibi gözükmüyordum. İşte oradan gelip geçtikçe pencerelere, durumu hissettirmeyecek surette bakıp, fazlasıyla kulak vererek yalnız Mukaddes Hanım tarafından bir işaret beklerdim. Bu hal üzere bir müddet daha geçti. Artık hasretimin şiddeti beni zorlayıp bıktırıyordu. Kalbimde filizlenen düşünceleri bir türlü atamadığım gibi, onları gizlemekte dahi aciz ve çaresiz kaldım. Bununla beraber sırrımı kime açayım? Olsa olsa Tahir Ağa’ya açmalıydım.
Yayın Yılı: 2005
3. Hm. Kağıt
197 sayfa
13,5×21 cm
Karton Kapak
ISBN:9759990687
Dili: TÜRKÇE
Siz ne düşünüyorsunuz?