Canavarların kralı Godzilla’yı 1954 senesinde ilk görücüye çıktığından beri takip etmeye çalışıyorum. Adına onlarca film yapılmış Godzilla için bir filmde Holywood sinemasından geldi. Aslında filmi sinemada izleyip izlememe konusunda biraz fazla tereddütte kaldım. Sonunda gözlerimi karartıp girdim sinemaya. başka filme mi gitseydim acaba diye de düşündüm sonradan. Ama Godzilla candır. İzlemeden olmaz.
Öncelikle filmle girerken çok fazla beklentim olmadığını belirtmeliyim. Filmin fragmanlarından eskiye atıflarda bulunan ancak uzaktan yakından ilgisi olmayan bir filmle karşı karşıya olduğumu anlamıştım. Zaten o gördüğünüz kadarıyla olayların tümünün Amerikan ordusu eşliğinde geçmesi karşıma çıkacak Amerikan milliyetçiliğine karşı da kendimi hazırlamamı sağladı. Tabi adamlar o kadar para verip yatırım yapıyorlar elbette kendi milliyetçiliklerini yapacaklar o başka. Gerçi filmde ünlü Amerikan ordusunun da aciz kaldığını görüyoruz. Şimdi cümlenin akışı donanmaya aklınca aklıma Battleship‘teki Rihanna geldi. Filmde onu görmek süper olurdu. Neyse fantastik film ya bende fantezi yapıyorum.
Filmi izleme sebeplerinden biri de şüphesiz ki fragmanlarda kocaman kocaman adı geçen Juliette Binoche‘du. Film başladığında onu gördüğüme sevinmiştim ne zamandır onu beyaz perdede görmemiştim (vizyona girmeyenleri saymıyorum). Neyse meraklı ama umutlanmadan filmi izlemeye başladım.
İlk dakikalar aslında fena geçmiyordu. Brody ailesi Japonya’da bir nükleer tesiste çalışmaktadır. Gün her zamanki gibi başlar. Mutlu Amerikan ailesinden bir örnek görürüz karşımızda. O gün santrale vardıklarında garip bir titreşim sinyali alırlar. Bir süre sonra deprem olur ve binalar yıkılır. Sandra Brody (Juliette Binoche) bu yıkım esnasında ölür. Ana karakter olarak düşündüğüm bir karakterin ölmesinden sonra aslında filmin ne yöne gideceğini merak ettim. Bu yıkımın ardından Joe Brody (Bryan Cranston) karakterinin yaşayıp yaşamadığı muallaktaydı. Şimdi iki ana karakter gibi profil çizen filmde bu iki karakterinde ne idüğü belirsiz bir hal alması açıkçası film hakkındaki umutlarımı kırarken biraz da meraka itti beni. Film giriş itibari ile bu karakterlerin aslında kilit rolünü oynadığını gösteriyordu.
Bu yıkımdan sonra yıllar geçiyor ve olay yine ana karakterlerimiz olan Brody ailesine bağlanıyor. Sandra ve Joe çiftinin filmin başında da gördüğümüz oğulları Ford artık büyümüş ve orduya katılmıştır. Görev bitişi evinde döner. Tam karısı ve çocuğu ile geceyi geçirecekken, bir telefon gelir. Babası Japonya’da tutuklanmıştır. Ford apar topar kalkar Japonya’ya gider. Bu esnada babası Joe’nin ölmediğini öğrenmiş oluruz. Joe santralin deprem yüzünden yıkılmadığını burada başka bir şeyler olduğunu düşünmektedir. Yıllardır bunun üzerinde çalışma yapar ve karantinaya alınmış bu reaktör ve çevresine izinsiz girer. Yalnız burada şöyle bir durum var. Joe santrali durduracak yetkiye sahiptir ancak olan bitenden haberi yoktur bu bana biraz garip geldi.
Joe reaktörde yakalanınca içeri atılır ve Ford onu içeriden kurtarır. Babasının evine gider. Joe orada durumu oğluna anlatır. Tabi Ford onu pek dinlemez. En sonunda ikisi yasak bölgeye girerler. Joe disklerini alır, Ford’da eski evini görür. Bu sırada görevliler gelir ve onları yakalar. Aynı bölgede bulunan bir üsse götürülüp sorgulanırlar. Joe onlara durumu özetler. Bu sırada yine sarsıntılar yaşanır. Joe’nin disklerine el koyulunca eldeki bilgiler kıyaslanır. Eski titreşimler ve sinyaller aynı şekilde devam etmektedir. Bu sırada sakladıkları şey hareketlenir ve etrafı yıkmaya başlar.
Açıkçası ben bunun başta Godzilla olduğunu düşünmüştüm. Ne yaptılar aslan parçasına diye düşünürken aslında işin öyle olmadığını gördüm. Ortaya çıkan dev yaratık şehri talan ederken biz de bir güzel izleri. Bu sırada belirtmem lazım ki bu yaratık elektro manyetik dalga yayarak tüm elektronik cihazların çalışmasını engellemekte ve tüm şehrin elektriğini kesmektedir. Gerçi kesilen elektriğin hemencecik geri gelmesi de beni çok şaşırttı. Bizde olsa günlerce bekleriz.
Biraz fazla uzattım yazıyı o yüzden hızla geçeceğim. Şimdi ortalıkta elektro manyetik dalga yayan bir yaratık olunca ister istemez yeni dönem savaş oyuncakları pek işe yaramıyor. Mesela filmde yağmur damlaları gibi dökülen uçaklar görüyoruz. Tabi bu cihazlar bombalar pek iş yapmayınca bizim insanlar ellerinde silah çıkıyorlar dev yaratık avına. Lakin bu yaratığa bir şey der mi? Bu şekilde Amerikan ordusunun acizliğine de tanık oluyoruz.
İkinci bir yaratık ortaya çıkıp bunların çiftleşip üremesi de gündeme gelince insan oğlunun yapacak bir şeyleri kalmıyor haliyle. Bu durumda yardıma denizin derinliklerinde insanları kurtarmak için yatan Godzilla geliyor. Tabi burada melek yüzlü naif Godzilla’yı görmek beni sevindirdi. Ama kardeşim şehri yakıp yıkması gereken aslında Godzilla değil miydi? Biraz tereddütte kaldım. Tabi bu kezde Godzilla ile yaratıkların dövüşüne odaklanır film. Şimdi hikayeyi burada kesip konuya giriyorum.
Hikaye oldukça dağınıktı. Filmin geneline baktığımızda insanlar tam anlamıyla figürandı. Hiç birinin varlığının filme etkisi yoktu. Ana karakter gibi gösterilen Joe ve Sandra karakterlerinin yeri bir türlü dolmadı. Ford kesinlikle filmin ana karakteri değildi. Zaten bu yükü kaldıracak kapasitede bir oyunculuk sergilenmiyordu da. Filmin başı ve ortasında yar alan mantıksız mutlu aile hikayeleri olmazsa olmaz amerikan filmlerinin sahnelerinden biriydi? İzleyene büyük bir can sıkıntısından başka bir şey vermedi. Şimdi sahnelerden birinde Ford karısı ile telefonda konuşup geleceğini söylediğinde kadının çocuğunu başkasına emanet edip adamı beklemek için orada kalmasının mantığı nedir birisi açıklasın bana. Bunun gibi bir sürü alakasız yan hikaye filmde mevcut.
Bir de işin olmazsa olmaz romantizmi mevcut. Dövüşten Godzilla galip çıkar o karmaşanın arasında kamera Godzilla’dan uzaklaşır çok gerekliymiş gibi öpüşen çiftimizi verir. Bu arada Ford karakterine yüklendim ama diğer yarattıkların yumurtalarını yakarak işe de yaradı. Hiç yoktan iyidir.
Tabi aklıma takılan bir çok soru da var ancak hepsini sormayacağım. Yaratıklar çekirdek gibi nükleer bomba çitler ve ortalıkta dönerken etrafa hiç mi radyasyon yayılmadı insanlar hiç mi etkilenmedi bu işten anlamadım. Olan sadece yıkılan binalara oldu. Normalde orada hiç bir insanın kalmaması lazım. Yada bir sonraki devam filminde biz şehrin tümünü karantinaya mı alınmış göreceğiz bilmiyorum.
Hikaye ve kurgu olarak başarısız bir film Godzilla. Hatta hiç bir şeye benzemiyor. Aynı şekilde ana karakter diye gözümüze sokulan oyuncuların hiç biri düzgün bir oyunculuk sergileyememişler. Hani aslında çok kötü oyuncular da değil bunlar. Ancak sıkıntının karakterlerin yaratılmasından kaynaklandığı belli. Tüm karakterler havada kalmış. Ya karakter hakkında bir şey vermeyeceksin, veriyorsan da karakterlerin temelini sağlamn tutacaksın. Bu filmde yoktu.
Filmin en güzel kısmı ise görselliğiydi. Kesinlikle çok başarılıydı. Tüm efekler, canlılar gerçek gibiydi. Bir dakikasında bile tereddüte düşürecek bir şey bulamadım filmin görselliğinde. Müzikler de fena değildi. Filmin akışına çok iyi ayak uyduruyordu ancak öyle alayım dinleyeyim tarzı müzikler yoktu. Filmin yönetmeni Gareth Edwards. Bu izlediğim ilk filmiydi. Bu kadar aksiyonun altından iyi kalkmış diye düşünüyorum. Tamam çok fazla yada özel kamera kullanımı, yönetim mevcut değildi ama başarılı geldi bana. Bir filmini daha izledikten sonra hakkındaki düşüncelerim ortaya çıkar.
Özetlemek gerekirse, aksiyonu ve saçmalıkları bol bir film Godzilla. Godzilla hatırına izlenmesi gereken bir filmde aynı zamanda. Hatta filmin yoğun insan diyalogları içeren bölümleri attğınızda dört dörtlük bir film. Zaten film Godzilla sahneye çıktıktan sonra başlıyor. Gerisi klasik ıvır zıvır.
Yönetmen: Gareth Edwards
Senaryo: Max Borenstein, Dave Callaham
Linkler:
Aaron Taylor-Johnson | … |
Ford Brody
|
|
Ken Watanabe | … |
Dr. Ishiro Serizawa
|
|
Bryan Cranston | … |
Joe Brody
|
|
Elizabeth Olsen | … |
Elle Brody
|
|
Carson Bolde | … |
Sam Brody
|
|
Sally Hawkins | … |
Vivienne Graham
|
|
Juliette Binoche | … |
Sandra Brody
|
Linkler:
Siz ne düşünüyorsunuz?