Üst Kültür Yazısı
Geçen senenin bilmem kaçıncı haftası, artık içinde bulunduğumuz günü devirmiş ertesi günün saatlerinden çalmaya başlamışız. Kafalarsa “zombi” kıvamında. Masada kimyasal nitelikli hiçbir ürün kalmamış, önümüzdeki tabakta anlık durumumuza uygun iç organlar, bir yandan usulca kemiriyoruz. Neden varlar hala hiçbir fikrim yok. Öyle iç organ dediysem ciğer, et falan… Belki biraz dalak ya da içine artık bizim bilmediğimiz başka ne kattılarsa.
“Ya” dedim önümdeki tabaktaki ciğerle oynayarak, “ben bu gore sinemasına bayılıyorum, bir de B-movilere.”
Uzaktan bir ses “Gore ne ya?” dedi. Ses çatallıydı sanki, yoksa tekti.
“Hani şöyle kafa, kol, bacak uçar hala olay devam eder ya” dedim. “Süper eğlenceli.”
O an bir sessizlik oldu. Kaç kişi bu sessizliğe katıldı bilmiyorum. Tüm mekan mı? O an tüm gözler ‘iğrenti’ ifadesi ile bana baktı.
İğrenti ifadesi nasıl mı olur? Çene gerilir, onunla birlikte tüm yüz, gözlerin çevresindeki deriler o gerginlikle botoksa kafa tutarken, pinpon topu gibi ortaya çıkan gözler görme sinirlerinin yardımıyla gerginlikten nasibini alır ve geriye çekilir. Eminim ki bir yerlerde görmüş yada yaşamışsınızdır. İşte hepsi aynı anda bana böyle baktı.
Altında kalır mıyım, ‘hele Japon gore, fevkaladenin de fevkinde’ diye ekledim. Ah kimleri hatırladım şimdi. Bir de elinde testereyle.
“E, o zaman yaz” dediler. Ben tam geyiğin ortasındayım. “Etmeyin, eylemeyin gençler ‘gore’ bu, “Sezercik” filmlerine benzemez emin misiniz?” dediysem de, nasılsa iki güne unutulur diye üstelemedim. “Unutulmuş mu” şu an belli olmuştur sanırım.
Velhasıl kelam ilk elin günahı olmaz deyip –bu sefere mahsus- nitelikli filmler seçtim. Hadi bakalım bunlara da kulp bulun. Bakın aklın yolu birmiş, bir olmasa bu adamlar böyle filmler çekmezdi değil mi? Başta söylemem lazım yazı ağır spoiler içerir.
Dead Alive – Braindead (Yaşayan Ölü) Peter Jackson
Ha, ha! Şimdi bu ismi okuyunca şaşırdınız değil mi? Tabi alışmışsınız Peter, “Yüzüklerin Efendisi” yapsın, “King Kong” yapsın, “Cennetimden Bakarken” yapsın. Peter oğlum yap güzel bir film haydi izleyelim… Ama işin aslı o değil. Peter, Peter olmadan önce bu türe başını koymuş. Hatta filmde uzuvları kopanlardan birinin o olma ihtimali yüksek. Ne büyük özgürlüktür bu, parçaları dünyaya nam salmış. E tabi zamanla bakmış bu işte pek para yok nereden yürürüm deyip şimdiki abuk sabuk filmleri çekmeye başlamış. Bu filmi de öyle es geçmeyin hat’rı sayılır puanlar toplamıştır çevresine.
Tüm olay bizim Kafatası Adasında da sonradan ortaya çıkan Sumatra Sıçan Maymununun başının altından çıkıyor. Şu köşede meymenetsiz suratını görebilirsiniz. Rivayet odur ki bu tür, hastalıklı bir sıçanın, maymuna tecavüzü sonrası dünyaya gelmiştir. Oldukça zehirli bir hayvandır. Zehrinin bir kez tadına bakan ise, suya atılmış bir sosis gibi şişen zombiye dönüşür.
Şimdi her işin başını tanıdıysak hikayenin kalanına geçebiliriz. Zaten bu meymenetsizin kafasını kıymetli eli öpülesi bir annemiz eziyor. Allah razı olsun kendisinden.
Annesinden izinsiz evden adımını bile dışarıya atmayan Lionel ballakdaki bir kaza sonucu Paquita ile tanışınca ona aşık olur ve karşılıksız kalmayan bu aşkı vesilesi ile gizli gizli buluşmaya başlarlar. Lionel’i gözünden bile sakınan anası yutar mı bunu. O da ana, o da evladının kötü yola düşmesini kızlar tarafından kandırılmasını izlemez. Hemen oğlunda bir değişiklik olduğunu anlar ve bir buluşmalarında bu ikisini takip eder. Buluşma yeri ise oldukça akıllıca kimsenin düşünüp onları bulamayacağı bir yerdir. Buyurun gençler size bir tüyo: Hayvanat bahçesi. Evet yanlış okumadınız. Kim hayvanat bahçesindeki bir buluşmadan şüphelenebilir ki? Gerçi hayvanat bahçesine gidecek kız bulmakta zor. Bu durumda “oturup seni izlerim” diyecekler de çıkabilir ama söz konusu aşk deyip işin içinden çıkayım. Siz yene hayvanat bahçesini aklınızda tutun derim ben.
Lionel’in annesi Vera teyzemiz oğlunu gizli gizli izleyip yanındaki “şırfıntıya” zaman zaman hallenirken bir kafese yaklaşır. O sırada tek gailesi oğlunu korumak ve kollamak olan Vera teyzemizi meymenetsiz yaratığımız ısırır. Isırır ısırmasına da eski toprak Vera teyzemiz bir harekette onun başını bir sülük gibi ezer.
Ondan sonra Vera teyzeye bir şeyler olmaya başlar. Günden güne erir, parçalanmaya başlar. Sadece oğlu sebebiyle yüreği mi? Her yeri.
Derken Lionel bir şekilde durumu kurtarır ve misafirleri evden gönderir. Vera teyze ise dönüşmeye devam eder. Yalnız benden söylemesi Vera’nın Özel kulak çorbasının lezizliği hakkında bazı rivayetler de var.
Vera yeni hayatına alışmaya çalışırken evlat gibi evlat Lionel onu bırakmaz elbet. Ama yeni hayatına alışmaya çalışan Vera kendine arkadaşlar edinmeye başlar. Tek başına yaşayacak değildir ya, hemşiresi, rahibi, bahçıvanı derken küçük bir aile oluşturur kendine.
Ama Lionel bu anasıdır atsa atamaz satsa satamaz. Tanıyorum diye demiyorum o Loinel öyle vefalı bir çocuktur ki, anasını, anasının arkadaşlarını toplar, evirir, çevirir onlara medeniyet, adap öğretir. Valla çocuk bunu yapar yapmasına ama diğerlerinin öğrenmek gibi bir niyeti yoktur.
Tabi bunlar sadece yetip içmezler, yaşları müsait olanları bir de sevişir çocuk yaparlar kendileri yetmezmiş gibi. Hayır yani arkadaşım hiç böyle şey mey yok bunlarda…
Tabi vefa da nereye kadar işler çığırından çıkınca ortalığı temizleyecek kişi de Loinel’dir. Ama ben dedim kendisine bu iş için o Nazi çakmasının tariflerini kullanma diye. Dinlemedi tabi sonuç bunlar baya bildiğin şehri ele geçirdiler.
Tariflerin geri tepmesi ile bizim zombiler (zombi mi?), serilir, serpilir ama güzelleşmezler ama. Tabi burada keşfinden her zaman hoşnut olduğum “çim biçme makinesi” koşar Lionel’in yardımına.
Elektrikli testereye hayır!
Bundan sonrası ile tam bir parti havası. Ama o Vera teyze, o vefalı ana, nasıl da çocuğunu bağrına basıp içine çekmek ister, yüreğim dayanmadı vallahi. Gözlerimde yaşlar, dudaklarımda buruk bir gülümseme, titremelerin oturduğu. Ne dizeler, ne cümleler, çare değil derdime.
Siz ne düşünüyorsunuz?