Gecenin sessizliğini bozan yine düşüncelerim olmuştu. Her birinin anlamsız gürültülerden ibaret olduğunu öğreneli çok olmuştu aslında. Onların ipiyle kuyuya inmek, hayatımda adım attığım en zorlu, en garip, en boktan olaylar silsilesine sürüklemişti beni. İnsanların aklında peydahlanan düşüncelere ihtiyacı yok bence. Bir sistem içerisinde yapılması gereken sadece verileni kabul etmek.
Hakkımda ufak tefek kanıya varmışsınızdır. Kimseye bulaşmayan, hayatını belli paraleller üzerinde idame ettiren, bilmediği, görmediği, duymadığı, daha önce yanına bile yaklaşmadığı kişiler ve mekanlardan olabildiğince kaçan biri. İnsanlardan kaçma konusunda yeterli mercilerden sertifikalarım var desem yalan söylememiş olurum.
Yinede insan sosyal bir varlık. Her ne kadar bu durumu internetle minimuma düşürsem de insan çalışmak zorunda olduğunda ister istemez sosyal oluyor. Günde en az 20 kişi ile muhatap olmayla sosyallikte zirveye bile oynayabilirim.
Zaten konum bu değildi… Konum, aklımda konumlanmış, bazı zamanlar bir deniz feneri gibi parlak bir şekilde parlayıp gözlerimi kör eden düşüncelerim.
1. Öldürme dürtüsü: Güvercinlerden nefret ediyorum. Şiddet yüklü hayvanlar. Pencerenin baktığı boşluktan cesetlerini toplamaktan bıktım. Pislikleri ise cabası. Şu güvercin sevdalılarını anlamış değilim. Evin içinde sürünen, uçan, kaçan, kıvrılıp yatan tüm mahlukatların sebebi onlar. Ancak bu gece beraber sarılarak uyuyacağımız son gece… Yarın evden çıkmadan önce, pencerelerini sıkı kapatacağım evde bir katliam olacak… Onlara böcek ilacının kafa yapıcı etkisini tattıracağım. Aslında bir yerde iyilik yapıyorum, her biri kafası iyiyken ölecek…
Aynı düşüncelerim güvercinler için de geçerli… Ancak aklımda çakan ışık her birini yakalayıp kafasını koparmam yönünde… Bir ampul düşünün -ideolojik olmasın diye klasik ampul düşünmeyin-, -Bay Edison kusura bakmayın kutsal icadınızı sürekli bir yerlere sokuyoruz ama- -bir ampul düşünün enerji tasarruflu sarı ışık veren- üzerinde kocaman bir kafasını kopar yazısı yanıp sönerek bana yön gösteriyor. Çalkalanıyorum, sallanıyorum, midemde daha beteri. Sanki kendi midemde yaşıyorum. Sallanıyorum, dolanıyorum… Yükselen suda tam da ışığa yaklaşmışken geri çekiliyorum…
Ah ışık ah yeni dünya… Sıcakken hiç bir boka benzemeyip, soğukken midemi altüst eden tekila… şişeden içmek mi yaramadı bana?
Siz ne düşünüyorsunuz?