Sessizliği bozan tek şey yağmur damlalarının çıkarttığı seslerdi. Her biri diğerinden farklı ve tarifsizdi. Tek bir damla sadece sinir bozmaya yararken, milyonlarda belkide milyarlarca yağmur damlasının bu kadar huzur vermesi şaşılacak bir şeydi. Gökyüzü karanlıktı, olabildiğince karanlık. Siyah bulutlar yıldızlarla yeryüzü arasına serilmiş bir perde gibiydi. Ahşap elektrik direğinin tepesinde tek bir çıplak ışık yağmurun ne kadar şiddetli yağdığını görmemize yardımcı oluyordu.
Üzerimizdeki, kıyafetler ağırlığını arttırmıştı. Şu haldeyken onları taşımamızın hiç bir anlamı yoktu aslında. Birbirimize bakmış, karanlığın içinde eli baltalı bir adamı bekler gibiydik. Gözlerimizde korkunun verdiği acıya mahal vermeyen yağmur damlaları, gözyaşları ile birleşmişti. Zaman bu şekilde geçiyordu. Kıpırdamayarak. Rüzgarın üstümüze yapışmış elbiselerimizi dondurmasını bekleyerek.
Saatler geçmişti ancak kolumdaki saat henüz onuncu dakikayı yeni vuruyordu. Bozulduğundan şüpheliydim yada saatlerce durduğumuzdan. Ayaklarım ağrımaya başlamış, çenem üst damağıma şiddetle vurmaya başlamıştı. Onu durdurmak için kendimi ne kadar sıkarsam sıkayım başaramıyordum. Kendimi rahat bırakmaya karar verdim. Gözlerimi kapadım. Karanlık, biraz daha karardı. Rüzgar tarafından şiddetlendirilen damlalar daha bir sert düşüyordu üstüme. Beynimin bir kısmı uyuşmuştu sanki yada uykunun şefkatli kollarına uzanıyordu. Hayır aslında şefkatli değildi, uykunun hırçın dalgalarına yelken açıyordu. Burada uyuya kalırsam ne kadar yaşayabilirdim ki? Sabaha vücudum sadece belgesel filmlerde gördüğüm yaratıkların saldırısına uğramış halde bulunabilir miydi?
Böyle şeyleri düşünmemekte fayda var…
Siz ne düşünüyorsunuz?