Hastane…

Metro istasyonundaki saat 15:15’i gösteriyordu. Bir sonraki metronun ne zaman geleceği ise belli değildi. Alt alta iki sefer gözüküyordu ama ikisinin de zaman sekmesinde soru işareti vardı. Dikkat ettim de saat ile dakika arasındaki iki nokta üst üste de yanıp sönmüyordu. Gerçi daha önce yanıp sönmediğini hatırlamıyorum. Hiç dikkat etmemiştim ama şimdi böyle bir kriz durumunda onun yanıp yanmadığı bana dert olmuştu. Beni de bu hayatta sürekli kaçırdığım küçük ama önemli ayrıntılardan biriydi. Kelebeğin kanat çarpmasıyla kasırganın oluşması olayına girmeyeceğim ama şu an benim için bu iki noktanın daha önce yanıp sönmediği konusu çok önemliydi.

Bir kaç dakika öylece etrafıma bakındım. Bizden başka kimse yoktu. Saatin, saatle dakikayı bölen işaretinin daha önce yanıp döndüğüne ve benim her zaman ki gibi ayrıntıları kaçırdığıma karar verdim. Tabi bu karar başka soruları da peşinden getirmişti. Saat neden durmuştu ve bir sonraki metronun ne zaman geleceği bilgisi neden yoktu?

Bu sorulara cevap aramadım. Etrafımızda kimse olmaması da dikkatimi çekmişti. Bazen bazı durumlarda toplumla bir arda olmanız gerekir. Bence şu an bir arada olmak için geçerli neden.

Kardeşime baktım. O da bana baktı. Aynı şeyleri düşünmüş olacağız ki bana gözünün ucuyla yukarı çıkan merdivenleri işaret etti. Ben de başımla onaylandım. Bu kez o önde ben arkada yürümeye başladık. !merdiven bizi görünce çalışmaya başladı ancak ben binmeden önce hemen sağ alttaki ‘stop’ düğmesine bastım. Merdivenin birden durmasıyla benden iki metre yukarıya çıkmış kardeşim hızlıca arkasına döndü. Anlaşılan panik yapmıştı. Beni arkasında görünce rahatladı. Merdiveni benim durdurduğumu anlamıştı. Şimdi karşımızda kırık beş derece eğimli zor bir parkur vardı. Yavaş yavaş yukarısını dinleyerek çıktık, ara ara da dinlenerek.

Merdivenlerden çıktığımızda ikimizde birbirimize baktık. Sessizlik ikimize de garip gelmişti. Hastane tabelasına doğru yürümeye karar verdik. Metro yer altından özel bir hastane ile bağlantılıydı. Reklam olmasın diye değil, hastanenin adını hatırlamıyorum diye söyleyemiyorum. Belki aklıma gelirse söylerim.

Hastaneye doğru yürüdük. Köşeyi döndüğümüzde o bildik dezenfektan ve ilaç kokusu burnumuza ilişmeye başladı. Nihayet hastaneye varmıştık. Malum sonradan yapılan bu metrolarda bir yerden bir yere aktarma yapmak yada ulaşmak oldukça zor.

Kayar kapı açılıp hastaneden içeri girdiğimizde bir koşuşturmanın izleri vardı içeride ancak görünürde kimse yoktu. Uzaktan duyduğumuz gürültüye doğru yürümeye başladık. Koridorda yürüyüp hastanenin içine daha da girdikçe sesler biraz daha arttı. Bu gürültü daha çok onlarca kişinin adım sesleri gibiydi ve bir tanesi telaşla bize yaklaşıyordu. Sonunda yaklaşan adımları gördük. Bir hemşire telaşla arkasına bakarak bize doğru geldi. Yanımızdan ani bir atakla sıyrılıp geçti. Bir şey sormamıza bile fırsat bile vermedi. Kaçar gibiydi ama öyle korkuyla kaçmaktan çok talaşla kaçar gibiydi. Biz gürültüye yürümeye devam ettik.

Çok geçmeden karşımıza toprak renkli insanlar çıktı. Kil renginde pas renginde, bazılarının üzerinde çürümüş yine kil rengi örtü olan bazısı çıplak, bazılarının kolu, bacağı kopmuş, bazılarının vücudundan arkaları net bir şekilde görülebilecek kadar parçalar kopmuş… ama hiç biri iğrendirici değil. Hatta havada güzel bir toprak kokusu mevcut. Her birinin renkleri kahve renginin tonlarına varsa da bazıları nispeten insan vücuduna sahipti. Yani bizim gibi.

Ne olup ne bittiğini, kimler yada ne olduklarını anlamaya çalışırken, yanımızdan bize sadece bakarak geçmeye başladılar. Biz de donmuş gibi onları izliyorduk. Sonra gözüme koyu toprak rengi iri yarı bir adam ilişti. Kim sanki tanıdık biriydi ama tam olarak kim olduğunu çıkartamıyordum. Hemde çok tanıdık. Yanımdan geçerken göz göze geldik hatta. Yani öyle olduğunu düşünüyorum. Tam o esnada kardeşim beni dürttü. “Abi bak.” Diğer tarafa bakarken, babaannemi gördüm. Yaklaşık bir hafta önce ölmüş olan babaannemi. Hafifçe kahverengileşmişti ama hala bize benziyordu. Hem hasta halinden de eser kalmamıştı. Ona doğru meyillendim. Yolunu kesmek istedim ama saba baktı gülümsedi ve yoluna devam etti. Sanki hepsinin yapacak işleri var gibiydi ve vakit kaybetmek istemiyorlardı. O zaman anladım onlar ölülerdi. Yada tam anlamıyla tanımlarsa birer zombi.

SON


Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?