Kadroya baktığınızda size çok şey ifade eden anlatmak istediğini anlatmış ancak anlatırken de, basit senaryoyu nasıl olsun da karıştıralım diyerek yavaş temposuna ekstralar katarak izleyiciyi yer yer bunaltan bir film Hereafter. Yönetmen koltuğunda Clint Eastwood var. Çekim teknikleri açısından filmin diğer Eastwood filmlerinden farklı olduğunu göremedim. Diğer filmlerinden aldığım iyi kötü tüm hazzı bu filmde de aldım. Bu film de Eastwood filmi olduğunu her karesi ile bağırıyordu.
Filmin en büyük artılarından biri de Cécile De France ve Matt Damon gibi iki büyük oyuncunun filmde olması. Yan karakterler de bu oyunculuklara ekli sağlamışlar ancak bazı gereksiz konulan sahneler hem filmin ana konusuna tam olarak tutunamamış hem de bu sahnelerdeki karakterler filme tutkal ile yapıştırılmış gibi durmuş. Buna en büyük örnek olarak George Lonegan’ın yemek kursuna başlaması ve burada ki kızla tanışmasını verebiliriz.
Filmde üç hikaye var ilk hikaye ile açılış yapan film, Fransız gazeteci Marie Lelay’in uzak doğuda tsunamiye kapılıp ondan kurtulmasını anlatıyor. Filmin ilk dakikaları oldukça gerçekçi bir aksiyon ile başlarken temponun birden yüksek bir ivme ile düşmesi izleyicinin film tarafındaki beklentilerinin düşmesini sağlıyor. Marie ölüm ile yaşam arasındaki o bahsedilen mekanı gördükten sonra tüm hayatı allak bullak olur. Bu konu hakkında araştırmaya başlar ancak bu sebepten dolayı sunmuş olduğu televizyon programından çekilmek zorunda kalır ve yaşadıklarını anlatan bir kitap yazar.
Marcus ise ikiz kardeşi Jason ile birlikte alkolik ve sorunları olan annelerinden ayrılmamak için sosyal görevlilere türlü türlü oyun oynarlar. Bir gün Jason annesine ilaç almaya gider. Bu arada bir grup kötü çocuk yolunu keser ve Jason kaçmak zorunda kalır ancak kaçarken ona araba çarpar ve ölür. O saatten sonra Marcus yalnız kalır. Onu annasinden alırlar ve bir başka ailenin yanına yerleştirirler. Ancak Marcus kardeşi, Jason’un varlığını sürekli hissetmektedir.
George Lonegan ise ölülerle iletişime geçebilen bir medyumdur. Yılar önce bu işi bırakmış, fabrikada çalışmaktadır. Abisi bunun para kazanmak için bir lütuf olduğunu düşünürken, George bunun bir lanet olduğunu düşünür. Hiç bir ilişkisi bu sebepten dolayı düzgün gitmemektedir. Abisi ise para kazanmak için George’u sıkıştırır. Buna dayanamayan George ise yaşadığı şehri terk eder.
Film bu üç hikayeyi dönüşümlü olarak anlatırken bu üç kişinin nasıl ortak bir noktada birleşeceğini düşünüyorsunuz. Aslında her şey ortada ve izleyicinin tahmin edeceği şekilde gelişiyor. Yani film bizi hiç bir şekilde yanıltmıyor.
Filmin ilk açılış sahnesindeki tsunaminin beklentileri yükselttiğini söylemiştim. Aslında böyle şaşalı bir ölümden geri dönme sahnesine gerek yoktu. Filmin akışına uyabilecek bir ölüm ve geri dönüş hikayesi pekala filme yedirilebilirdi. Ancak burada sanıyorum filmin çekildiği döneme uygun olarak tsunami ölüm sahneleri çekilmeye çalışılmış. Bunu Marcus’un şapkasının düşüp metroya binemediği sahneden de anlayabiliyoruz. Bir terörist saldırı göndermesi de burada yapılmış.
Bu üç hikayenin birleştirilmesi de çok uzun sürdü. Bu tarz filmler çok izledik ama ben hiç bir filmde hadi birleşsinler artık dediğimi hatırlamıyorum. Film bir kadın, bir erkek, bir çocuğun hayatından kesitler alarak tüm izleyici kitlesini kucaklamış istemiş. Ancak bu üç hikayede de bazı tutarsızlıklar göze çarpıyor. Bunlardan en çok göze çarpanı ise Marie’nin hikayesi. Marie’nin şöhretten düşüşü anlamsız ve çok hızlı oluyor. Diğer iki hikaye bize bir şeyler sorgulamamız gerektiğini iletirken en boş hikaye Marie’nin hikayesi. Bu hikayenin en büyük özelliği şatafatlı açılışı sonrası ise anlamsız.
George kendine verilen lanetle yaşamayı başaramamış, sacede para kazanmak için onu kullanmış ve kendisinden kaçan bir adam çizgisi sürüyor. Aslında kendinden kaçıyor ve bu onun hayata bağlanmasını engelliyor. George kendisinden o kadar kaçıyor ki kendine ait hiç bir şeyi yok, oldukça düz ve kişiliksiz biri. Onun hakkında bildiğimiz tek şey ise Dharles Dickens hayranlığı. Film bu kaçışı, bu hikayeyi başarılı bir şekilde sonlandırmış.
Marcus’un hikayesi ise filin en iyi en değişik hikayesi diyebilirim. Duygu yoğunluluğunu başarıyla izleyiciye geçiriyor. Sevgi ve bağlılık denen bir şey varsa burada onun anlatımı çok iyi bir şekilde yapılıyor. Bu hikaye aynı zamanda filmin en mistik hikayesi de. Jason’un metroda Marcus’u kurtarması beklenmedik bir anca geldi. Keşke izleyici Jason’un, Marcus’u bıraktığını bilmeseydi.
Filmin kurgu ve hikayenin daha başarılı olsaydı daha iyi bir film çıkardı karşımıza. Ancak hikaye ve kurgudaki boşluklar belirttiğim gibi filmin soru işaretlerine neden olmasına sebep oluyor. Gereksiz sahneler de cabası. Bunun haricinde yönetimde klasik Eastwood karelerinin dışına çıkmıyoruz. Kısacası boş zamanda izlenilebilecek kötü senaryolu iyi bir film Hereafter.
Yönetmen: Clint Eastwood
Senaryo: Peter Morgan
Oyuncular:
Frankie McLaren | … |
Marcus / Jason
|
|
George McLaren | … |
Marcus / Jason
|
Matt Damon | … |
George Lonegan
|
Cécile De France | … |
Marie Lelay
|
|
Thierry Neuvic | … |
Didier
|
Linkler:
http://www.imdb.com/title/tt1212419/
Siz ne düşünüyorsunuz?