Bu senenin Oscar adayları arasında geçmişe saygının hat safhada olduğu ve ödüllerin de buna göre dağıldığını biliyoruz. Geçmişe bir saygı duruşu da Martin Scorsese‘dan gelmiş. Tabi geçmiş olarak belirttiğim sinema tarihinin geçmişi. Michel Hazanavicius, The Artist ile siyah beyaz sinemaya şapka çıakrtırken, yine aynı dönemin dahi çocuğu olarak adlandırabileceğimiz, Georges Méliès‘a şapka çıkartmış. Bu bağlamda her iki filmi de göz önünde bulundurursak, sinemayı oluşturan ve geliştiren Fransa’ya Hollywood’un ikinci saygı duruşu diyebiliriz.
Hugo Oscar’ın en büyük adaylarından biriydi. Nitekim, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Görsel Efekt, En İyi Ses Miksajı, En İyi Ses Kurgusu, dallarında ödül aldı. Sadece teknik ödülleri alması aslında filmin başarısını da ortaya koyuyor. Aslında filmin Brian Selznick‘in The Invention of Hugo Cabret adlı çocuk romanından uyarlandığını düşünürsek, (romanı okumadım ama) en iyi uyarlama senaryo dalında da Oscar almaması düşündürüyor beni. Film Martin Scorsese’ın çektiği ilk 3D film. Ben filmi 3D izlemedim ancak filmin görselliğini de çok başarılı buldum. Scorsese filmi adeta Oscar almak için tribüne oynayarak yapmış.
Aslında en yakın rakibi The Artist ile eşit sayıda ödülü paylaşma sebebi Oscar jürisinin biz sinemada teknolojiyi ve eskiyi de destekliyoruz savunmasını yapmasından bir şey değil. Scorsese bu filmi ile de tribüne oynamış görsel olarak insanı büyüleyici bir atmosferi yakalayarak aslında yerini sağlamlaştırmıştır.
Aklım filmde dönüp dolaşıp görselliğe gidiyor. Gerçekten başarılı bir görsellik var. Hikaye kurgusu çok ayrıntılı değil. Film de bir çocuk filmi edası ile ilerliyor. Hugo’nun gizemine kendimizi kaptırmışken olay örgüsünü aslında kuruyor ve bir sonuç çıkartıyoruz. Yani hikayeyi az çok çözmüş oluyoruz. Sonuç elimizdeyken bu sonuca nasıl varılacağı konusu filmi izlememize sebep oluyor. Filmi izlerken insanın içinde küçükte bir merak uyanıyor.
Filmin oyuncu kadrosu oldukça iyi. Kadroyla birlikte oyunculuklar da oldukça başarılı. Oyuncular içerisinde bu daha iyiydi biye bir ayrım yapmak zor ancak Asa Butterfield, Hugo karakterinin altından başarıyla kalkmış. Filmde beni şaşırtan bir diğer isim ise, İstasyon Dedektifini canlandıran Sacha Baron Cohen oldu. Açıkçası kendisinden böyle bir oyun beklemiyordum.
Film Georges Méliès’ın hikayesini anlatıyor. Méliès savaş çıkması üzerine filmlerini kimse izlemediği için insanlara küsüyor ve tüm filmlerini, film setini dekorlarını yakıyor. Herkes onun savaşta öldüğünü sanıyor. O ise tren garında, küçük bir oyuncak dükkanı işletiyor.
Hugo ise babasının ölümünden sonra bu tren garında yaşamaya başlıyor. Babası ölünce, amcası gibi saatçi olan amcası onu bu gara getiriyor. Ancak alkolik olan amcası, ortadan kaybolunca yerini belli etmemek için Hugo saatlerin bakımını kendi yapıyor. En büyük düşmanı ise Gar Dedektifi. Çünkü o evsiz çocukları toparlayıp, yetimhanelere yolluyor.
Bir gün Hugo, oyuncakçıdan malzeme aşırırken Georges’a yakalanır. Georges ona ondan cepleirni boşaltmasını ister. Hogu istemeyerek ceplerini boşaltır. Cebinden çıkarttığı bir not defterine Georges bakar ve ona el koyar. Bu defterde Hugo’ya babasından kalmış ve buldukları bir makinenin çizimleri vardır. Georges’un bu defteri almasıyla ikisi arasındaki ilişki başlamış olur. Bu ilişkiye de macera meraklısı Isabelle’de eklenince ilginç bir maceraya adım atarlar.
Film Hugo’nun hikayesini anlatırken birden bire daha derin bir konu olan sinema tarihine dönmesi filmin senaryosunu tek şaşırtıcı kısmı. Bunun haricinde senaryonun filme çok fazla getirisi olduğunu, iyi bir senaryo olduğunu düşünmüyorum. Ancak tüm bu senaryodaki kaybı oyunculuk ve görsellik örtbas ediyor. En iyi uyarlama senaryo ödülünü alabilir demiştim. Şimdi senaryonun pek iyi olmadığını söyleyip bu ödülü alabilir demem biraz kendimle çelişiyormuş imajı yaratabilir. Ancak kitapla filmi ele aldığımızda bu olası bir durum. Ben ödülü verenlerinde bu roman uyarlamasıymış durun önce romanı okuyalım dediklerini düşünmüyorum açıkçası. Burada önemli olan filmden bir kitap tadı almak.
Özetlemek gerekirse, yarısı itibari ile, hikaye bakımından biraz sönük kalmış, duygu yoğunluğunu biraz hissettirse de tam anlamıyla veremeyen bir film Hugo. Teknoloji kullanımı konusunda da bir o kadar başarılı ve sırf bu yüzden film izlenmeyi hak ediyor. Filmin Paris’in büyüleyici atmosferinde geçmesi, tüm karakterlerin Fransız olması ve buna rağmen karakterlerin İngilizce konuşmaları ise beni filmde an çok rahatsız eden durumlardan biriydi.
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: John Logan, Brian Selznick (kitap)
Oyuncular:
Ben Kingsley | … |
Georges Méliès
|
|
Sacha Baron Cohen | … |
Gar Dedektifi
|
|
Asa Butterfield | … |
Hugo Cabret
|
|
Chloë Grace Moretz | … |
Isabelle
|
|
Ray Winstone | … |
Uncle Claude
|
|
Emily Mortimer | … |
Lisette
|
Linkler:
http://www.imdb.com/title/tt0970179/
Siz ne düşünüyorsunuz?