Karantina döneminde izleyebileceğiniz yada izlemeyebileceğiniz 5 içerik 3. Bölüm

Sanıyorum bir önceki verdiğim listedeki film ve diziler bitirmiş ve yenilerine ihtiyaç duyuyorsunuzdur. Ya hayatımız ne değişik bir hal aldı. Eskiden film ve dizileri kültürel bir faaliyet olarak değerlendirirken şimdi zaman öldürme aracı değerlendiriyoruz. O kadar dizi ve film olduk ki dünyamız gerçeklikten iyiden iyiye kopmaya başladık. Zaten sosyal yaşantının da olmaması bir çeşit hayal dünyasının içerisinde ya da tam tersi hayalsizlik dünyası içinde realitenin sorgulanmasına sebep oluyor. Bu şekilde ne günün ne de hayatın bir tadı kalmıyor.

Malum bugün 14 Şubat. Yani kapitalizmin sevgililer günü. Daha çok harcamamız daha çok tüketmemiz gereken bir gün. Zaten bunu yapmıyor muyduk? Daha çok yapalım ne olacak ki? Bu vesileyle kuru bir kutlu olsun mesajı bırakayım buraya.

Şimdi bunu yazarken aklıma geldi de neden acaba ölüm günleri bu kadar popüler değil? Acaba hediye alıp para harcamadığımız için mi? Evet başlarda oluyor ama bir süre sonra unutuyorsunuz. Ölünce hafızalarda pek kalmıyorsunuz. Yani olası bir harcama kaynağı değil. Acı ile bağdaştırılıp acıyı yaşamamak için diye düşünebilirsiniz ama olay pek ye öyle değil gibi.

Neyse ben film yazacaktım değil mi? O zaman size son zamanlarda sürekli kafamda olanan bir şarkı paylaşayım ve bu gününüzü kutlayayım.

The Tick

Süper Kene hayranı olduğumu elbet blogta yazmışımdır. Onun gibi kahraman dostlar başına. Kene’nin çizgi filmleri oldukça eğlenceliydi. Tabi burada çizgi film diyorum ama bence çocuklar için olan bir çizgi film de değil. Çünkü onun maceraları yaşadıkları öozukların analayabileceği türden şeyler değildi. Kenenin kendini bulmak için aklıyla yaptığı yolculuk bölümü ise kesinlikle izlenmesi gerekenelr arasında. Bu arada ben çizgi filmi izleyeli yolalr oldu ama bu karakter aklıma o kadar işlemiş ki unutamıyorum.

Bu sebepten dolayı Kenenin dizi olduğunu gördüğümde çok sevindim. Aslında bu diziyi 2016 yılında görmüştüm ilk. O yıldan bu yana neden hala izlemediğimi sorarsanız filmin yapımcısı Amazon’un garip politikası yüzünden. Dizinin ilk bölümü 2016’da yayınlanıyor. Sonra ikinci bölüm ise 2017’de. Bu yılda da bir kaç bölüm yayınlandıktan sonra kalan bölümler 2018’de veriliyor. Bu şekilde topu topu 30’ar dakikadan 12 bölümlük dizi saçma sapan bir hal alıyor. Sonrasında ise 10 bölümlük ikinci sezon 2019’ta yayınlandıktan sonra dizi bitiyor. Yani sanırım bitiyor. Böyle saçma yayın planında ne olacağını kestiremiyorsunuz haliyle.

Neyse. Aslında The Tick süper kahramanları yeren bir kara komedi. Bildiğimiz süper kahramanlar burada karşımıza farklı isimlerle çıkıyor. Mesele uzaydan gelen bir kahramanımız var en güçlü olan. Onun gelişi ile birlikte süper kahramanlar çağı başlamış oluyor. The Tick ise nereden geldiği belli olmayan bir kahraman. Çok güçlü olduğunu biliyoruz ama kendisi hafızasını yitirdiği için hiç bir şey hatırlamıyor. Biraz da aptal. Aslında “biraz”ı atabiliriz baya aptal. Yani kas gücü var ama zeka yok. Kendisine bir muhasebeci olan bir partner ediniyor. Adı da Arthur. Arthur küçükken gözleri önünde babası büyük kötü The Terror tarafından öldürülüyor onunla bir tecrübe yaşıyor ve kafayı sıyırıyor. Psikolojik destekler hayaller derken hayata tutunmaya başladığı sırada hayatına Kene girip onu yine belaya sokuyor. Bu arada o yurt dışından gelen Superian tarafından öldürüldüğü düşünülen Terror’un ölmediğini düşündüğü için araştırmaya başlıyor ve onun ölmediğini yer altında örgütlendiğini öğreniyor. Kene’nin ona getirdiği özel bir elbise ile o da süper kahraman kervanına ekleniyor ve birlikte Terror’u yakalamaya çıkıyorlar. Bu arada en süpere ne oldu o ne yapıyor diye sorarsanız onun psikolojik sorunları var. Yani özetle dizide herkesin sorunları var. İşte böyle bir dizi. Ben önce çizgisini sonra bunu izlemenizi tavsiye ederim.

Jean-Claude Van Johnson

Bizim neslin idollerinden biri de Jean-Claude Van Damme’dı. Seksenlerin son dönemlerinden gelip doksanların ortalarına kadar gelen dövüş sporları merakı beni de o dönem sarmıştı. Yayımlanan dergileri aldığım figürleri öğrendiğim olmuştu. Ah ne esnektim o zamanlar. Şimdi yere bile eğilemiyorum. Göbek almış başını gitmiş, oğlan mektebi… pardon birden aklım Barış Manço şarkısına gitti. O dönem esnekliği ve filmleriyle Van Damme bizim için vazgeçilmez bir kişilikti.

Amazon’da diziyi görünce bir izleyeyim dedim. Jean-Claude Van Damme dizide kendisini oynuyor ama onun aslında iki yaşamı varmış. Bir yerde popüler bir karakterken diğer tarafta ise bir ajanmış. Yani Jean-Claude Van Johnson. Dizi açılışında gerçek hayattan bir şeyler beklerken birden bu işin devreye girmesiyle işler karışıyor. Olay kurgunun içinde kurguya dönüyor. Tamam ajan olması zaten gerçek dışı ama kendini oynayıp bundan bahsederek başlayınca diziye ister istemez diziden soğuyorsunuz. Ama emekli olması nispeten kendi ile dalga geçmesi dizinin iyi tarafı.

Emekli oluyor olmasına ama bir gün eskiden birlikte olduğu ajan sevgilisini tekrar görünce yalnızlık çeken karakterimiz yine ajan olup sahaya dönmeye karar veriyor. Tabi kızın görevli olduğu Bulgaristan’da. Burada uyuşturucu satıcılarını haklayacakken kendine birebir benzeyen bir adam görüyor. Bu aşamada işler saçmalaşıyor. Onun yerine geçerken aslında yerine geçenin de o olmadığını görüyoruz. He bu nasıl mı oluyor çünkü gelecekten gelen bir Van Damme’da çıkıyor ortaya. O aslı mı sahtesi mi belli değil. Derken işler karışıyor yine ve aslında şirketin bunları kulalndığını anlıyor ve şirkete savaş açıyorlar. Buradan da bağladık mı James Bond’a.

Dizide senaryo yok. Sanki oturmuşlar her şeyden biraz alarak dizi yapmaya çalışmışlar ama bunu neden yapmışlar anlamadım. Hadi yapmışlar, niye Van Damme baş rolde onu hiç anlamadım. Adamın hiç bir albenisi kalmamış. He kara mizah yapalım dedilerse o da olmamış. Ortaya saçma karışık bir şey çıkmış. Şöyle de bir gerçek var benim gibileri izleyici olarak çekmiştir. Bu arada IMDB’de 7.6 almış. Bence IMDB kardeş şirket Amazon yapımlarına biraz torpil geçiyor.

La daronne (Mama Weed)

Fransa’nın en iyi oyuncularından biri olan Isabelle Huppert’in baş rol oynadığı çok tatlı bir film Mama Weed. Hikayede bazı soru işaretleri olsa da hem keyifle izletiyor kendini hem de heyecanla ne olacağını merak edip duruyorsunuz. Film Hannelore Cayre’in romanından uyarlanmış. Senaryoda da ismi geçiyor.

Patience Portefeux Fransız polis teşkilatında Arapça çevirmen olarak çalışmaktadır. Annesinin bakıma ihtiyacı olduğu için özel bir bakım evinde kalmaktadır. Ona para yetiştirmeye çalışırken zor anlar yaşar. Bir gün bir uyuşturucu şebekesinin konuşmalarını tercüme ederken, annesinin kaldığı bakım evinde annesiyle ilgilenen bakıcının adını duyar. Uyuşturucu taşıma işini kadının oğlu yapacaktır. Kadını sevdiği için çeviriyi biraz çarpıtır ve kafasında bir plan kurar. Bir tona yakın uyuşturucuyu kaçıracak ve kendi satacaktır.

Planını uygular ve uyuşturucuları ele geçirir. Şimdi yapacağı tek şey bu uyuşturucuları elden çıkarmaktır. Bunun için Mama Weed takma adıyla kılık değiştirerek uyuşturucu satıcılarıyla çalışmaya başlar. Tabi birden bire ortaya çıkan bu kadın hem polisin hem de paketleri kaybolan mafyanın dikkatini çeker. Derken olaylar karışmaya başlar. Patience hem elindeki mallardan kurtulmaya çalışırken peşindekileri de alt etmeye çalışır. Bu arada çokta iyi ilişkileri olmayan Çinli komşularının da gerçek yüzünü öğrenmiş olur.

Gerçekten keyifli ve heyecanlı bir filmdi Mama Weed. İzlemenizi öneririm.

Yeoshingangrim (True Beauty)

Yazının Kore yapımı ise 2020 yapımı bir dizi. Dizi Kore’de çok satan aynı isimli Webtoon’dan uyarlanmış. Dizi biraz erken tayfası için olduğundan dolayı hakkında çok fazla kelam etmeyeceğim. Biraz da saçmalıklar yok değil. Yani karakterler pek oturmamış dizide.

Lim Ju Kyung çok çirkin bir kızdır. Bu sebepten dolayı bulunduğu okulda sürekli zorbalığa uğrar. Hatta bir gün bu durumdan sıkılmış çatıya çıkmış intihar etmeyi düşünürken yakışıklı Lee Soo Ho onu kurtarır. Gözleri de gözlüksüz bir işe yaramayan Lim Ju bu çocuğun kim olduğunu çıkaramaz. O esnada babasının da dolandırılması sebebi ile eski evlerine taşınmaya karar verirler. Tabi bu karara en çok sevinen Lim Ju olur.

Yeni hayata başlarken yeni kararlar alan Lim Ju internette takip ettiği bir makyaj sanatçısından makyaj yapmayı öğrenir. Ve yeni okuluna makyajlı güzel alımlı yeni biri olarak gider. Bütün gözler üzerindedir yeni hayatından memnundur ama tek korkusu gerçek halinin öğrenilmesidir. Bu arada onu kurtaran çocuk Lee Soo’da aynı okuldadır ve birbirlerine aşık olurlar. Tabi Lee Soo onun gerçek halini bilmektedir. Derken araya Lee Soo’nun eski arkadaşı ama araları bozuk olan Han Seo Jun girmiştir. Lim Ju birden iki yakışıklının arasında kalır. Tabi yalan ortaya çıkar ve her şey tepe taklak olur..

Kötünün kötü olmadığı ya da olamadığı bu sebepten dolayı gerçekliğini de yitirmiş bir dizi olmuş. Bu arada kötü misyonu da Yoo-na Park’a düşmüş. Ondan kötü olmayacağı gibi olmamışta dizinin sonuna doğru herkes iyi bir karakter oluyor. Yani dizi çiçek, böcek, kelebek. Çok pozitif. Karakterler de çok değişik. Tamamen bir karmaşa. Bir de dizi bitti diyorsunuz uzuyor, bitti diyorsunuz uzuyor. Dizideki tek olay birini buluk evlenmek. Nelere kaldık?

Efsunlu – Kabirden Gelen

Aslında yazacak çok daha iyi filmler var ama uzun süredir yerli korku yazmadığım için son film olarak bu filme yer vermek istedim. 2019 yapımı filmin yönetmenliğini Uğur Kaplan yapmış.

Filmin hikayesi biraz karışık. Aslında tanıtımları okuduğumuzda hikaye Burcu’nun başından geçiyor sanıyorsunuz ama asıl karakter Kübra. Hikaye bir kız yurdunda geçiyor. Burada öncelikle burası nasıl bir yurt onu bilmiyoruz. Islah Evi tarzı mı yoksa normal okul yurdu mu belli değil. Bildiğimiz tek şey yurdun eski bir hapishane olduğu. Neyse parasızlıktan dolayı bu yurda gelen Kübra yatakhanelerindeki kızlar ona zorbalık yapar. İyice depresyona girmiş olan Kübra o esnada garip şeyler görmeye başlar ve Burcu’yu öğrenir. Burcu ise yıllar önce daha bebekken yurdun kapısına bırakılmış ve yurt müdiresi tarafından büyütülmüştür. Sorunları olan Burcu herkesten uzak bir odada tek başına yaşamaktadır. Hırçın ve asabidir. Yurtta herkes onun içinde cin olduğunu söyler. Psikolojisi iyice bozulan Kübra, bir yandan da Burcu’ya yardım etmeye çalışır. Ancak yaşadıkları gördükleri aklını yitirmesine sebep olur.

Filmde değişik kamera açıları kullanılmaya alışılsa da genel anlamda senaryo boş olduğu için film baştan sınıfta kalıyor. Hikaye olarak bize hiç bir yenilik sunmamış. Klasik yerli korkularda olduğu gibi bu filmde bağırış çağırışla insanları korkutmaya çalışıyor. Bir yerden sonra o kadar karmaşa oluyor ki kafanızı omzunuza düşerken bulabilirsiniz. .

Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?