Aydınlar yeni evlerine taşındıklarında, konforlarından çok başlarını sokacak bir yer düşüncesi içindeydiler. Eski, rütubet kokusunun açılan kapının ardında zırh gibi durduğu eve ilk adım attıklarında gayet iyimser tavır takınmış, atık oradan buraya göçebe hayatı yaşamaktan sıkılmış Demet Aydın içerisini bir güzel havalandırırız olur biter diye düşünmüştü. Oysa bir çok duvar çatlağının arasından süzülen taze havanın, içerideki bu ketum kokuyu yok edemeyeceğini biliyordu. Bu ev hayallerini süslemesi de en azından açıkta kalmamışlardı. Henüz…
Hayalleri bilirsiniz, çevreniz ve gördükleriniz ile orantılıdır. Demet’in de hayalleri zamanla bu mertebelere inmişti. Köhne ev için bile emlakçı 350 lira komisyon almıştı. Mahallenin bir süre sonra kentsel dönüşüme gireceği söylentileri vardı, Bunu destekleyici olarakta bir kaç ev boşalmış koca kepçelerin üzerlerine gelmelerini bekliyorlardı ama şimdilik ayakta olmaları hem davetsiz misafirlere hem de Aydın ailesi gibi koca aç şehirde dört duvar umuduyla yaşayanlara dayanak oluyordu. Ve elbet birileri bu evler üzerinden bile insanları sömürüyordu.
Evin reisi Ahmet Aydın ise düzenli bir işe sahip değildi. Kalkıştığı son iş kurma girişimi Can dediği arkadaşının onu kazıklamasıyla bitmiş, sanki Can onun tüm parasını alıp götürürken, hayatındaki tüm olurmu faktörleri de almış götürmüştü. Çölde olsa kutup ayısının bulacağı kişilerdendi Ahmet Aydın. Dünyada böyle kişiler vardır düzeni sağlamak için. Şanslıları nötrleyecek. Ancak Ahmet Aydın nasıl bu kervan katıldığını bilmiyordu. Ve yoldaydı. Daha ne kadar düzülebilirdi?
Ev seçmek gibi bir lüksü olmayan çiftimiz Mete ve Turgay’ın da elindem tutarak içeri girdi. İki çocuğuyla bir nebze olsun başlarını bir çatı altında sokmanın rahatlığıyla kim bilir Vakti zamanında nelerin döndüğü bu evin bir diğer kahramanı olarak derin bir nefes nefes aldılar. İki katlı ahşap ev tam da emlakçının dediği gibi dayalı döşeliydi. Kurda çocuğu kuzu görünürmüş.
Ne olursa olsun ilk evin heyecanı bir başkadır. Bazı söylentileri vardır yok yastığın altına anahtar koyacaksın, yok eve ilk kutsal kitapla gireceksin, öyle yapacaksın, Böyle yapacaksın diye ama bunların hepsi öncesi, sonrası dayanağı olmayan şeyler. Aydın ailesinin de rahat olmayı düşündükleri bir uykudan başka hiç bir fikir yoktu akıllarına.
Ev iki katlıydı. Vakti zamanında evin sahibi, içeriden birleşen bu evin katlarını ayrı ayrı kiraya vermiş olsalar da şimdi iki katın tamamı Aydın ailesine aitti. Üst kata çıktılar. Güvensiz dış kapıdan daha uzaktı. Buna rağmen kapıyı kitlemiş arkasından sürgülemişlerdi. Onlar yatak odası, belki aynı zamanda oturma odası olacak odalarına ellerindeki bir kaç parça eşyayı bırakırlarken, afacanlar da odaları keşfe çıkmışlardı. Eşyalı kiralanan evin eşyaları da kendisi gibiydi, eski ve dökük. Hiç yoktan iyiydi.
Turgay büyük bir dikkatle, yerde bulduğu gazete parçasının resimlerine bakıyordu. Üstü tozdan griye dönmüş beyaz çarşafla örtül koltuğa kollarını yaşamıştı. Sarışın kıvırcık saçlı afacan Mete ise boyası kabarmış duvarın kabarıklıkların parmağıyla kazıyordu. O esnada bir tıkırtı duydu. Başını sola doğru çevirdiğimde, köşede bir yetişkin rahatlıkla görebileceği bir delik gördü. Bir yetişkin oradan geçmeyebilirdi ama onun geçmemesi için bir neden yoktu. Delikten rahatlıkla geçebilirdi ama o emeklemeyi seçti. Bir kaç hareket sonunda görünürden kaybolmuştu.
Dışarıdan Demet’in dedi duyuldu.
- Turgay, Mete hadi. Turgay ise annesini tekrarladı küçük bir farkla.
-
Mete hadi.
Demet bir kaç kez daha seslendi. Turgay’da. Mete’den ses gelmeyince Turgay bedenini geriye doğru çevirdi ve seslenmeye başladı.
- Mete, Mete, Mete…
Kaç kez bağırdığını bilmiyorum. Ancak Turhay’ın bu çağırışlarını duyan Demet odanın kapısından göründü.
- Sizi çağırıyorum, neredesiniz? Demet kızdığında Türkçeye ve vurgularına çok dikkat ederdi.
Mete, -Turgay yok diye yanıt verdi.
- Nasıl yok, nerede kardeşin.
Turgay anlamsızca parmağını değil uzattı. Refleksi sanırım. Yoksa bu soruya verecek kesin bir yanıtı yoktu.
Demet deliğe doğru gitti. Eğildi ve içeriye bakmaya başladı. Biryerden sonra deliğin içi zifiri karanlık oluyordu. Bulunduğu yerden oğluna seslendi. Defalarca ama bir ses gelmedi geri. Endişeli sesini duyan Ahmet içeriye girdi.
-Ne oluyor?
- Mete şuradan içeriye girmiş, ses vermiyor içerisi çok karanlık.
Ahmet yorgunluğunu unutarak, koşturdu. Demeti deliğin önünden çekerek deliğe eğildi. İçeri kafasını soktuğu anda bir karartı gördü. Kendine doğru gelen…
-Mete?
İçeriden ses gelmedi, karanlıkta bir şey ona gelmeye gram ediyordu. Bu Mete’den başkası olmamalıydı. Başkası olması imkansızdı zaten. Nihayet onlara hay. Gelecek bir bekleyişten sonra Mert’e boş gözlerle içerden çıktı. Nefes aldığı bile anlaşılmıyor gözleri kan kırmızısı içindeydi. Oğlunu bu halde gören Demet, çığlıkla Ahmeti iterek, çocuğunu kucağına aldı. Göğsüne bastırdı. Anlamsız gözlerle bakan çocuk herkesin içine korku salmıştı. Ahmet delikte olan biteni merak etmiş bir oğluna bir de deliğe bakıyordu. Onu bu hale Ne getirmiş olabilirdi ki?
Dayanamayıp deliğe daldı, Demet ardından ne yapıyorsun demeye yeltendi, çocuğunun hıçkırığıyla bundan vazgeçti. Ahmet aydınlığın sonuna kadar geldi. Bir yandan Demet onu izliyordu. Ahmet tamamen kayboldu.
Ahmet bir boşluğa düştüğünü sandı. Yerin hala var olduğunu kanıtlamak için ellerini yere vurdu. Bir şey hissetmiyordu. Sanki boşlıkyaydı. Görülmez bir çerçevenin içindeki boşlukta. Nefes aldığından emin olmak için derin bir soluk aldı. Alamadı… Alamadığını hissetti. Sanki ortamda hiç oksijen yoktu. Hayır, hava yoktu. Birden paniğe kapıldı. Hızla emekleyebildiği kadar hızı emeklerdi ama ilerleyip ilerlemediğini bilmiyordu. Umutsuzluğa düşecek kadar çabaladı. Tüm çabaları boşunaydı sanki. Bir ara durdu etrafı dinlemeye yeltendi. Sadece sessizlik. Mezar gibi diye düşündü. Sanırım burada öleceğim. Bir kaç adım daha attı hırsla dirseklerini dizlerinin üzerinde. Buradan çıkacak gibi değildi. Çıkması imkansızdı. Yavaş yavaş bir şeylerin kıpırdandığını duydu. Bir umut karısının adını bağırdı. Ama kendi sesini bile duymadım. Uzaktan bir çak çığlık geldi. Birini canlı canlı doğrasanız bu kadar olmaz inanın. Bu çığlık üzerine Ahmet hızlandı. Tekrar umutsuzluğa kapıldı. Her umutsuzuk dalgasına, bir başka çığlık sesi dalgalanıyırdu kulaklarında. Buradan çıkmayacaktı. Ağlamaya başladı hüngür hüngür. Karısı ve çocuklarına çok çektirmişti ve şimdi onlara bir de yokluğu ile çektirtecekti. Demet ne yapacaktı ki iki çocukla tek başına. Bağırarak ağladı. Ağladığını bağırdığını düşünüyordu. Bir süre nefes alamadı, öylece yığıldı hatta. Ölmüştü. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama ölmüştü. Bu boşluk ona başka bir açıklama vermiyordu. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Binbir türlü işkencenin acı ağırlığı üzerindeydi.
Birkaç kez daha emeklemeye çalıştı. Gücü tükenmişti burada onun cesedini bulacaklardı. Belkide bolmuşlardı bile. Arada kalmış sıkışmış varsayımlardan ibaretti.
Hızlıca amaçsızca emeklemeye devam etti. Birden aydınlandı gözleri, kapamak zorunda kaldı. Vücudunun yarısını hissetmiyordu. Gözlerini araladığında karısının endişeli yüzünü gördü. Ona doğru ilerledi. Karanlıktan tam kurtuluyorsun ki yere yığıldı. Umutsuz ağlamaklı, nefes nefese bir sesle.
- Öldüm mü? Ölmüş gibiyim. Bir süre hareketsiz kaldı. Ayak başparmağının ucu Hala karanlıktaydı. Ancak onun ilerleyerek hali yoktu. Demet uzanarak onu dışarıya çekti. Şişmiş göz ve yüz dışında bir şey yoktu kocasına. Ta ki ayak baş parmağını görene kadar. Ucu yoktu. Hem de çorapla birlikte…
Siz ne düşünüyorsunuz?