Küçük Akdeniz ve Ege Turu: 3. Gün (Kaş / Gelemiş Köyü / Ölüdeniz / Uzunyurt Köyü)

Üçüncü gün sabahı, gece yorgunluktan sızmış olmamıza rağmen erkenden uyandık. Bunun sebeplerinden biri, çadıra vuran güneş, bir diğeri ise, etraftaki gürültüydü. Can Mocamp‘ın yol kenarında olduğunu söylemiştim, çadır kuranların da daha da kenarda. Ancak asıl uyanma sebebimiz yoldan geçen araçlardan çok, dağın üst kısmında yapılan ıslah çalışmalarıydı. Sıcak yüzünden çalışmalar o kadar erken bağlamıştı ki sabah yedi gibi gözlerimizi açtık. Tabi bu konuda tek mağdur biz değildik. Tüm kamp ayaktaydı.

Aslında bir gün daha kalmayı düşünüyorduk burada ama çalışmalar sebebi ile sabah kahvaltıdan sonra ayrılmaya karar verdik. Kahvaltı klasikti ama akşam yemekleri yanında sönük duruyordu. Gürültü sebebi ile bizle birlikte bir çok kişide ayrılma kararı almıştı. Konuşmamız sırasında bir sel felaketi yaşanmış ve bu sebepten çalışmaların yapıldığını gördük.

Sabahın erken saatleri olmasına rağmen sıcak iyice çökmeye başlamıştı. Artık öğle ve öğleden sonrasını düşünmek bile istemiyorduk. Kısa bir Kaş merkez turundan sonra Patara’ya doğru yavaş yavaş yola koyulduk. Akşam düşük ışıkta izlediğimiz güzellikleri gün ışığında daha net görüyorduk.

Yavaş yavaş yolda ilerlerken, deniz tarafındaki bariyerlerin bir kısmının olmadığını gördük. Sanki denize inen bir yol vardı. Hemen yolun sağ tarafında olan boş alanda bir arabadan turistler iniyordu. Arabayı kenara park ettik. Hazırlanarak yol kenarına geçtik. Amacımız orada denize gidilip girilemeyeceğini kontrol etmekti. Tabi yukarıdan sahili gördüğümüzde buradan daha güzel denize girilecek yer olmayacağını düşünerek hemen kendimizi sulara bıraktık. Bu küçük alan plaj mantığında olmadığı için deniz üzerinde işaretler yok ve bir, iki metre sonra suyun derinleştiğini görüyorsunuz. Su temiz ve berrak. Sahip çakıl taşlı. Alanda sadece biz ve turist bir çift var. Keyifle suda kalıyoruz bir süre. Yavaş yavaş insanlar da gelmeye başlıyor. Güzel ve başıboş bir sahil bu belli, yani birileri gelip buraya temizlik yapmıyor. Ancak insanlarında bu bilinçle hareket etmeleri lazım. Muhtemelen dünden kalan çöpler, karpuz kabuğu parçaları eşşeklik yapıp burada bırakmanın alemi yok. Ancak halkımız bunu yapıyor. Her ne kadar plajların paralı olmasına karşı olsam da bu insanları (!) gördükçe zaman zaman hak veriyorum.

Ortalık biraz kalabalıklaşmaya başlayınca, biz burayı terk ediyoruz ve kola koyuluyoruz. (bu kısımda resim yok keyif var.)

Yol üzerinde birden trafik karşılıyor bizi. Biraz yaklaştığımızda bunun Kaputaş Plajının olduğunu görüyoruz. Burada durmaya niyetliydik ama kalabalık bizi bu fikrimizden caydırdı. Zaten arabayı bile koymaya yer yoktu. Birde o kadar basamağı inip çıkmak var hemde bu sıcakta o da cabası.

Yavaş yavaş yolumuza devam ettik. Sonunda Patara‘ya vardık. Patara’nın yerleşiminin yani Gelemiş Köyünün denizden ve antik kentten uzak olduğunu söylemiştim. Dört kilometre gittiğinizde kentin girişine geliyorsunuz. Bu sıcakta yürümek delilik. Ancak dün akşam edindiğimiz tecrübe ile sahile doğru otopark olduğunu öğrenmiştik. Amacımız önce antik kenti gezmek sonra plaja inip denize girmek. Kent girişinde bu kez dün akşam görev dışı olan bariyer bu gün mesai saati itibari ile görevine başlamış. Birde sıra var girişte. Sıra bize geldiğinde müze kartlarımızı uzatıyoruz ve bize ücretsiz geçin diyorlar. Gerçi ücreti de beş liraydı. Açıkçası burada Olympostaki gibi uygulama olmaması beni şaşırttı. Orada müze kartlarımızla giriş yapamamış, plaj kart almak zorunda kalmıştık.

Arabamızı ören yeri girişindeki otoparka park ettikten sonra şehre doğru yürümeye başlıyoruz.

Patara Likya birliğine başkentlik yapmış bir şehirmiş ve birliğin en çok oy hakkına sahip en önemli şehriymiş.Birlik toplantılarının tamamı burada şu an restore edilmiş meclis binasında yapılırmış. Kentin MÖ 8. yüzyılda var olduğu kazılarda bulunan yazıtlarla anlaşılmış. Bu yazıtlarda İskender‘in kuşattığı bilgisi de varmış.

Tiyatrodan görünüm
tiyatro
umumi ev girişindeki taş 😉

Patara, Roma döneminde de önemli bir kent olmuş ve Patara Limanı hububat sevki açısından önemli bir limanmış. Kentte doğu Akdenizde bulunan 3 hububat deposundan birisi bulunmaktaymış. Daha sonra Bizans eline geçen kent önemini devam ettirmiş. Noel Baba olarak bilinen Saint Nicholas‘ın Pataralı olduğu konusunda rivayetler de varmış.

yol üzerindeki ev
duvardaki yazı artık ne yazıyorsa (burada yine araya girme gereği hissettim. böyle bir çok yazı var ve bunlar sergileniyor. ne yazdığı aslında çoğunlukla okunmakla birlikte nedense bu yazıtların çevirileri yazıtların yanında yer almıyor. geziyoruz ama bir yerde insanların dediği gibi sadece taş görüyoruz. neden burada ne yazdığı çevrilip yanına konmuyor ya da işleme veya sütunlarla ilgili ufak bilgiler eklenmiyor anlamış değilim. bunun zor iş olduğunu düşünmüyorum. bu şekilde gelen ziyaretçiler taş görmekten öteye bir deneyim kazanırlar.)
yol üzerindeki sütun işlemeler.
Liman zamanla rüzgarlar sebebi ile kum ile dolmaya başlamış bu şekilde gemilerin limana yanaşmakta zorluk çekmesi sebebi ile liman dolayısıyla Patara eski önemini yitirmiş. Kumlar şehrin büyük bir kısmını da doldurmuş bu sebeple Patara günümüze kadar gelebilmiş.
sütunlu yol
meclis binası (binanin için restore edilmiş girebiliyorsunuz. odalar mevcut. odalardan birinin içerisinde binanın maketi var. restorasyon TBMM tarafından yapılmış. restorasyonda görev alan kişiler, siyasiler vs.. cs.. yazılmış.
meclis binasının maketi
meclis binası içerisindeki toplantı alanı
Patara ören yeri de çok büyük bir alan. Tamamını gezmek biraz zor. Zaten araçla gelirken bir kısmını görüyorsunuz. Meclis binası ve sonrasını da geziyorsunuz ama tavsiyem sıcakta olmasın. Sıcak çok fena. Meclis Binasını görüp yoldan yürüdükten sonra karşımıza bir tabela çıkıyor “Deniz Feneri 960 m” diye. Buraya kadar geldik feneri görmeden dönmek olmaz diyoruz. Bu sırada yoldan bir araba geçiyor.
Ağaçlar kabuk döküyor ve bu kabuklar bize şapka oluyor.
Yol boyunca bize sağlı sollu zaman zaman ağaçlar eşlik ediyor ama serinlememize pek olanak vermiyor. Yürüdüğümüz yol kum, ancak öyle denizdeki gibi değil. Sağımızdaki solumuzdaki bitkiler ve sazlıklardan buranın daha önce su olduğu anlaşılıyor. Yol boyunca sağlı sollu yapılar mevcut. Onlara da uzaktan bir göz atıyoruz.
Nihayet fenere vardığımızda, bu tarafa doğru gelen aracın park etmiş olduğunu görüyoruz. Fener’in orada konuşuyorlar. Muhtemelen buradaki kazıyı yöneten arkeologlardan kendileri. Bu esnada onlara kulak misafiri oluyoruz. Fener antik dönemden kalan tek fener olma özelliğini taşıyormuş. Bu sebepten dolayı asıl taşlar kullanılarak restorasyon yapılması planlanıyormuş ama bütçe sıkıntısı varmış. Aslında bizim kulak misafiri olduğumuz konuşma ufak bir bütçe sağlama konuşması bile olabilir. Tabi bu arada kentle ve fenerle ilgili ufak tefek bilgiler de almış oluyoruz.
Fenerden görünüm
fener etrafındaki buluntular
fenerin şu anki durumu
Fenerde biraz soluklandıktan sonra geri dönüyoruz. Artık kendimizi suya atmanın zamanı. Kent biraz eksik kaldı ama bizde de derman kalmadı.
Plaj otoparkına yaklaştığımızda arabayı koyacak yer bulamıyoruz. O kadar kalabalık ki yol kenarları bile dolu. Park edecek yer bulduğumuzda (biraz uzak ama) seviniyoruz. hemen hazırlanıp sahile iniyoruz. Patara plajında çok ince kum var. Yani bastığınızda içine gömülüyorsunuz ve oldukça sıcak. O kadar sıcak ki yürümek imkansız, ayağınızda terlik olmasına rağmen. Seke seke gidiyoruz ama bu sıcaklık bizi kumda yatma fikrinden vazgeçiriyor. Bu sebepten dolayı şemsiye ve şezlong kiralıyoruz. İşletme vakfın elindeymiş fiyatları daha fazla beklediğimden şaşırdım biraz. On yedi lira ödedik yanlış hatırlamıyorsam.
Patara plajı kumunun çok sıcak olması dışında 18 km uzunluğunda bir plaj. Tabi biz bir kısmını kullanıyoruz. Kumu oldukça güzel. Kalabalığa rağmen biraz düzgün kullanmışız sahili. Deniz çok derin değil. Yani sahilden uzaklaştığınızda yinede su belinize gelebiliyor. Su oldukça berrak ve temiz. Ancak sabah girdiğimiz sahil daha keyifliydi. Belki kalabalıktan dolayı keyif alamadık pek. Bir de şu derinlik mevzusu.
Patara’dan ayrıldık. Nihayetinde yine uzun bir yolumuz vardı. Yol üzerinde Letoon‘a uğrayacak ve oradan Ölüdeniz‘e geçecektik. Yol üstünde daha Gelemiş’ten çıkmadan hararetimizi almak için durduk bir şeyler içtik ve gözleme yedik. Sanıyorum Patara Gozleme Evi‘ydi uğradığımız yer. Artık sıcak başımıza iyice çökmeye başladı.
Yolda bir süre Letoon tarafında yani Kumluova Köyü civarlarında yer bakındık ama bulamadık. Burada kamp yeri olduğu rivayetleri de pek sağlıklı çıkmadı. Letoon’da görevli arkadaşta bu konuda bize yardımcı oldu sağ olsun. İlk planımıza yani Ölü Denize gitmeye kararımıza geri döndük.
Letoon küçük bir ören yeri. Eserlerin çoğunlukta olduğu alan kapatılmış ve ören yeri yapılmış. Etrafı incelediğinizde buradaki evlerin bir kısmının aslında tarihi taşlar üzerine kurulu olduğunu ve aslında bir kısmının da onun taşları ile inşa edildiğini görüyorsunuz. Burası da Dünya Mirası Listesinde yer almakta.
Letoon tiyatro alanı
tiyatro giriş kapısı
tapınak
aslan başlı su çeşmesi
Kent Romalı şair Ovidius‘un anlattığına göre, Zeus’tan hamile kalan Gök Titanları Koios ve Phoebe‘nin kızı Leto’nun adına kurulmuş. Zeus’tan Apollon ve Artemis adında ikiz çocuklarını Ege denizindeki Delos adasında doğurur. Zeus’un kıskanç karısı Hera‘dan korkan Leto, Anadoluya kaçar ve şu anki Letoon topraklarına gelir. Buradaki kaynakta çocuklarını yıkamak ister ama kent halkı Hera’dan korkusuna buna izin vermez. Bunun üzerine Leto kızarak tüm halkı kurbağaya çevirir.
çeşme alanı genel görünüm
bir çok eser bu şekilde muhtemelen kazılsa dahası da çıkar.
girişten genel görünüm
Kentte rastlanan en eski yerleşim izleri MÖ 7. yüzyılmış. Kalıntılardan elde edilen bilgiye göre burası dinsel ve politik bir alanmış. Burada yan yana üç tapınak bulunmakta. Bunlar Leto, Artemis ve Apollon’a adanmış. Ören yerinde ayrıca bir çeşme, bir kilise, Stoa ve antik döneme ait tiyatro bulunmak. Tiyatronun girişleri hala sağlam bir şekilde durmakta ama yıkılma tehlikesi sebebi ile giriş yasak. Kent M.S. 7. yüzyılda da terk edilmiş.
Letton gezimiz bu şekilde son buluyor ve yola koyuluyoruz. Önümüzde dümdüz bir yol var. Yavaş yavaş ilerliyoruz.
Akşam sekiz sularında Ölüdeniz‘e varıyoruz. Kalacak yerimiz hala belli değil. Vaktin geç olması sebebi ile Tabiat Parkına girmiyoruz. Otopark ararken girişin kişi başı 6 lira, araç girişinin 22 lira olduğunu görüyoruz. Arabamızı park edip halk plajına doğru yürüyoruz. Plaj güzel görünüyor gözümüze akşam olması sebebi ile biraz tenha. Duş için yer yapılmış. Yol esnasında tepemizden yamaç paraşütçüleri geçiyor. Biraz ilerde iniş alanları var. Havadayken onları izlemek oldukça keyifli.
Biraz soluklanmak ve akşamı geçirecek yer bakmak için sahilde ismini hatırlamıyorum ama bir mekanda oturuyoruz. Mekan öyle tanıdık bildik bir mekan. İsmini çıkaramadım ama iki soda için 10 lira verdiğimi hatırlıyorum. Ölüdenizde fiyatlar gereksiz pahalı. Soda fiyatını ben verdim gerisini siz düşünün.
Sonunda ertesi gün Kelebekler Vadisi’nede gideceğimizi düşünerek Faralya yani Uzuyurt Köyüne doğru yola çıkıyoruz. Bir yanımız uçurum. Manzara güzel ama tehlikeli. Akşam karanlık çökerken döne döne kalacağımız yer olan Gül Pansiyon‘a varıyoruz.
Gül Pansiyon aslında bir köy evi. Bir aile işletiyor ve yavaş yavaş işi büyütmüşler. Burada daha çok dağcılar konaklıyormuş. Pansiyonun önünden yola devam ettiğinizde Likya yolu, aşağı devam ettiğinizde de Kelebekler Vadisine varıyormuşsunuz. Burada biraz hayallerimiz suya düşüyor. Biz Kelebekler Vadisini koruma alanı ve girişi rahat olan bir yer düşünürken aslında özel mülk olduğunu öğreniyoruz. Bulunduğumuz bölümden vadiye inme iniş de genelde dağcılar yapıyormuş zor bir patikaymış iniş. Vadiye ulaşım için bir diğer yol ise deniz yolu ile oluyormuş. Daha basitmiş. Vadi ile ilgili bilgileri 4. günde vereceğim zaten.
Gül Pansiyon’un manzarası güzel. Vadiyi ve denizi görebiliyorsunuz. Orman içinde olması sebebi ile bol bol böcek ve kelebek sizi karşılıyor. Yemeğimizi burada yedik. Aile kaynak suyunda yetiştirdikleri alabalıkları akşam yemeği olarak sunuyor ve hepsi el yapımı yani hazır pek bir şey yok.
Gece hava serinliyor rüzgar artıyor. Bu sıcakta, bu serinliği bulmak nimet gibi bir şey. Odalar küçük, tuvalet temiz. Yatak biraz sert ama çok lüks beklemiyoruz zaten. Böylece üçüncü günün sonuna gelmiş oluyoruz.

Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?